29 Ağustos 2015 Cumartesi

D VİTAMİNİNİN ZAYIFLAMAYA ETKİSİ




D vitamini için sadece vitamin demek aslında ona haksızlık oluyor. Çünkü vücuda sağladığı yarar oldukça fazla ama ben  bu yazıda D vitaminin özellikle zayıflama konusunda nasıl yardımcı olduğu hakkında bilgi vermek istiyorum…

Bir önceki yazımda kalsiyumun etkilerinden bahsetmiştim şimdide onun destekçisi olan D vitaminini ele almak istedim. Bu yazıda doğru bildiğiniz bazı yanlışları da düzeltmek istiyorum. Ama önce bir bakalım D vitamini ne imiş …

D vitamini yağda eriyen bir vitamin olup besinlerde yeteri kadar bulunmamaktadır. Bununla birlikte en iyi kaynağı balık yağıdır. İnsan vücudunda bulunan D vitaminin yaklaşık olarak %90 ı güneşten gelen mor ötesi(UV) ışınlarından UVB’nin etkisi ile derinin en derin tabakalarında bulunan 7- Dehidrokoleterol'ün kolekalsiferole yani D3 vitaminine dönüşmesi ile oluşur. D vitamininin tıp dilinde adı kalsiferoldür. D2 ve D3 olmak üzere 2 çeşittir. D2 vitamini bitkilerde ve gıdalarda bulunur. Vitamin D yağlarla birlikte emilip taşınmaktadır. Bu nedenle D vitaminin emilimi için yağ ve safra gereklidir. Yağsız diyetlerde D vitamini emilmesi güçleşir, safra yokluğunda ise emilim bozulur. Tabii burada hemen araya girip yağların sağlıklı yağlar olması gerektiğini söylemek istiyorum. Yani bu demek olmuyor ki bolca margarin ve ayçiçeği yağı kullanabilirsiniz...  Fazla uzatmadan hemen konuya geri dönüyorum. D vitamini oluşumu güneşlenme sırasında ışınların dik veya eğik gelmesine, bireyin ten rengine ve yaşına göre değişmektedir. Kışın ışınlar eğik geldiğinden D vitamini oluşumu için yetersizdir. Yine esmer tenlilerde ışının etkisi daha azdır. D vitamininin UV ışınlarının etkisi ile deride sentezlendiğini belirtmiştim burada 3 farklı ışın söz konusu UVA, UVB ve UVC bizim ele alacağımız ışınlar UVA ve UVB ışınları. UVB ışınları UVA ışınlarına göre daha kısa boyludur bu nedenle bu ışınların kırılıp saçılması daha kolaydır. Daha açık ifadeyle kapalı havlarda veya cam gibi bir engelle karşılaştığında sizi yakan güneş sadece bronzlaşmanızı sağlar fakat yeteri kadar D vitamini sentezlenemez. UVB’nin dağılmadan hedefe ulaşabilmesi için atmosfere dik bir açıyla yani öğle saatlerinde gelmesi ve herhangi bir etkenle karşılaşmaması gerekir. Biliyorsunuzki güneşin altında kontrolsüzce zaman geçirmek özelliklede güneş ışınlarının dik geldiği zamanlarda bunu yapmak cilt kanserine yakalanma riskini arttırır o nedenle öğlen saatlerinde 20 dakika ile yarım saat arası güneşten faydalanmanız yeterli olacaktır… D vitamini hakkında şimdilik bu kadar bilginin yeterli olacağını düşünüyorum gelelim vücut için faydalarına ve zayıflamaya olan etkisine…


Prof. Dr. Holick “Kan dolaşımınızda yeteri kadar D vitamini olduğunda, yağ hücreleri yağ oluşturma ve depolama çalışmalarını yavaşlatır” diyor. Ne var ki D vitamini seviyeleriniz düşük olduğunda paratiroit (PTH) ve kalsitrol hormonlarınızın miktarları yükselir. Tennessee Üniversitesi’nden beslenme uzmanı Dr. Michael Zemel “Bu hormonların yüksek seviyede olması vücudunuzu obur bir organizmaya dönüştürür. Yağları yakmak yerine depolamaya başlarsınız” diyor. Norveçli uzmanların yaptığı bir araştırmaya göre yüksek PTH seviyeleri, bir kişiyi aşırı kilolu yapma riskini yüzde 40 artırıyor. Kalsiyumun göbek bölgesindeki etkilerini daha önceki yazımda belirtmiştim bunun devamı olarak: D vitamini, vücudunuzun her bölgesinden yağ kaybetmenize yardımcı olsa da özellikle göbek bölgenizdeki yağlardan kurtulmaya birebirdir. Açıklama şöyle: Kalsiyumla birlikte çalışan D vitamini, göbeğinizde yağlanmaya neden olan stres hormonu kortizolu azaltıyor. Bunun haricinde insülin salgılanmasında da etkili, şöyleki; VDR yani D vitamin reseptörü insülin salgılayan pankreas hücrelerinde (beta hücrelerinde) de bulunuyor ve insülin salgılanmasına yardımcı oluyor. D vitamini eksikliği insülin salgısını azaltarak tip 2 diyabet gelişimine sebep olabiliyor. Aynı zamanda D vitamini hücre farklılaşmasını uyarır ve kanseri önlemeye yardımcı olur.
Eskiden D vitamininin sadece kemik ve kas sisteminin gücünü arttıran bir vitamin olduğu sanılırdı. Ama son yıllarda yapılan araştırmalara göre beyin, kalp, mide, pankreas, aktive T ve B lenfositler prostat, meme, kolon, deri ve gonadlar gibi kemik ve ince bağırsak, bağırsağın dışındaki çok sayıda organda da D vitamini reseptörleri bulunuyor. D vitamininin eksikliğinin çok sayıda kemik dışı hastalıklardan korunması bu reseptörlerle sağlanır. Daha fazla D Vitamini almaya başladığınızda, otomatikman pantolonlarının beli bol gelmeye başlayacak. Çünkü az önce açıkladığım gibi pek çok hücre doğru çalışmak için bu vitamine ihtiyaç duyuyor. O hiç sevmediğimiz yağ hücreleri de buna dâhil… D Vitamini hücrelere ulaştığında, algılayıcı sinirler bu sinyali alır ve yağları yakma veya depolama arasında bir karar verir. Çoğu kez de bu karar, yağları yakmak olur: Hücreler, gelen vitamini bir tür yağ eritme mekanizması anahtarı gibi kullanır. Bununla birlikte, beynindeki sinir algılayıcıları da açlığı ve yeme dürtüsünü kontrol altında tutabilmek için D Vitaminine ihtiyaç duyar. Ruh hâlini düzelten serotonin kimyasalının salgılanması da aynı şekilde bundan etkilenir.

“Kaliforniya Üniversitesi Biyokimya Bölümü’nden Prof. Dr. Anthony Norman, 10 sene önce, D vitamini üzerinde bir araştırma patlaması yaşandığını söylüyor. Örneğin Kanada’nın Quebec bölgesindeki Laval Üniversitesi araştırmaları, bolca D vitamini tüketenlerin bel çevrelerinin az tüketenlere göre daha düşük olduklarını ortaya koydu. Peki, D vitaminin durumu tam olarak ne? Sütten ve güneş ışığından alındığını biliyoruz. (Aslında bu gerçeği yansıtmıyor. Ya da “Doğru ama eksik” diyebiliriz.) ABD’de erkeklerin üçte birinden fazlasında D vitamini eksikliği var. Bir Akdeniz ülkesi olan Türkiye’de, bu oran yetişkinlerde yazın yüzde 25’ken kışın yüzde 59’a çıkıyor. “The Vitamin D Solution” kitabının yazarı ve Boston Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde öğretim üyesi Prof. Dr. Michael Holick “D vitamini eksikliği vücuttaki her hücreyi olumsuz etkiliyor. Yağ hücreleriniz de buna dâhil” diyor.”

Görüldüğü gibi yapılan pek çok araştırma yazılan pek çok makale D vitamininin önemini ve sağlık üzerindeki etkisini kanıtlıyor. Peki D vitamini başka hangi nelere iyi geliyor, nerelerde kullanılıyor?
  • Kemik metabolizmasına etkisi: bağırsaktan kalsiyum emilimini hızlandırır.
  • Kemik ve böbreklerden kana kalsiyum taşır.
  • Böbreklerden kalsiyumun geri emilmesini sağlar.
  • Kanser, kardiyovasküler hastalıklar, sedef, multipl sklerozis(MS)  tip 1 diyabet (insülin hormonunun salgılanmasını düzenler) ile ilişkili olduğu bildirilmiştir.
  • Çocuklardaki raşitizmi ve yetişkinlerdeki osteomalasia denen kemik hastalıklarının oluşumunu engeller.
  • Damarlardaki kan basıncını (tansiyonu) dengeler.
  • Depresyon ve şizofreniden korur.
  • Kemik ve diş dokusun gelişimi için gereklidir. Kaslara güç veriri eksikliğinde ağrılar görülebilir.
  • Vücut direncini yani bağışıklığı güçlendirir.


Sanırım D vitamininin faydaları hakkında yeterince bilgi sahibi olduk artık bakalım günlük ne kadar alınması gerekiyor ve eksikliği hangi testle anlaşılıyor. Eksiklik varsa nasıl giderilebilinir bunlara bir bakalım…
Öncelikle D vitaminin güneş ışınları sayesinde olştuğunu özellikle öğle saatlerindeki UVB ışınlarının etkisin büyük olduğunu söylemiştik. Ancak kırışıklık ve kanserden korunmak için kullanmak zorunda olduğumuz güneş koruyucuları, SPF seviyesine bağlı olarak cildimizin D Vitamini üretebilme yeteneğini yüzde 90-99 oranında azaltır. Üstelik güneş kremini cildinizden çıkarmak için sabunlanmak zorunda kaldığınızdan az miktarda kazandığınız D vitamini de heba olup gitmektedir. Mayo ile güneşlenen bir kişide 20 dakika maksimum D vitamini yapılmakta, yapım maksimuma ulaştıktan sonra daha fazla D vitamini sentezlenmemektedir. O nedenle D vitamin uzmanlarından Holick’in yaptığı araştırma da öğlen fazla uzun olmayan bir süre (30 dk) güneşlenen  bir kişinin vücudunda 10.000 ile 25.000 IU  D vitamini sentezlendiği gözlemlenmiştir.

D vitamini yeterlilik durumunun en iyi göstergesi serum 25 (OH) vitamin D düzeyidir. Bunun 20 ng/ml (50 nmol/litre) altı olması yetersizlik olarak tanımlanır. 25(OH) D vitamininin normal düzeyleri konusunda karmaşıklık vardır. Bireylerin günlük gereksinimi konusunda kesin olarak bir bilgi yoktur ancak Birleşmiş Milletler Besin ve Tarım ile Sağlık Örgütlerince kurulan uzmanlar komitesi D vitamini için daha yüksek miktarlarda tüketim miktarları salık verilmiştir.ABD Sağlık Enstitüsü 50 yaşına kadar 200, 51-70 yaş arası için 400, 71 yaş ve üstü için 600 IU alımı önermiştir.Son yıllarda yapılan araştırmalarda önerilen düzeyde alımla yetersizlik yaşandığı görülmüş ve aşağıdaki alım düzeyleri önerilmiştir:
0-1 yaş:                       400 IU
1-18 yaş:                     600 IU
19-70 yaş:                  600 IU
70 yaş ve üstü:           800 IU
Gebe ve emzikli:        600 IU

D vitamini yetersizliği görüldüğünde tedavi dozlarıda belirlenmiştir. Ülkemizde kış mevsimi dışında her gün yarım saat kadar (öğle vaktinde) baş, yüz, el, kol, ayak ve bacakların güneş ışınlarıyla doğrudan temas ettirilmesi ile birlikte yeterli ve dengeli beslenildiği takdirde hergün 1 yumurta, 2 su bardağı süt veya süt ürünleri, haftada 1-2 kez yağlı balık tüketilmesi ile yetişkin insanlar D vitamini gereksinimini karşılayabilirler. (Bu ölçüleri genel olarak verdim miktarlar yaşa boya ve sağlık durumuna göre değişkenlik gösterebilir).Bu koşulları sağlayamayan bireylere önerilen düzeyde ek D vitamini takviyesi yapılabilir.



Görüldüğü gibi D vitamininin vücuda faydalı etkileri oldukça fazla kendi danışanlarımda da D vitamini eksikliği yaşayanların daha az kilo verdiğini gözlemliyorum fakat D vitamin değerleri normale geldikçe kilo kaybı hızlanıyor o nedenle benden size tavsiye değerlerinizi kontrol ettirin eğer gerek görülürse ek D vitamini kullanın dengeli beslenin güneşlenmeyi ihmal etmeyin : ) 

25 Ağustos 2015 Salı

KALSİYUM TÜKETİN SAĞLIKLI ZAYIFLAYIN



Bir yandan bu yazıyı yazıp bir yandan yoğurdumu yiyorum : ) Hepinizin bildiği gibi özellikle ara öğünlerin baş tacı süt ve süt grubu besinler yüksek oranda kalsiyum içeriyor… Doğumdan itibaren en temel gıda maddelerini içermesi sayesinde bebeklerin sağlıklı büyüyüp gelişmesi için de oldukça önemli bir besin kaynağı… Yapılan çalışmalarda kalorisi düşük, yüksek kalsiyum içerikli diyet yapan bireylerin, hem kalori hem kalsiyum açısından düşük diyetle beslenen bireylere göre daha fazla kilo kaybı olduğu gözlemlenmiş üstelik bu kilo kaybının büyük çoğunluğunun yağ kaybı olduğu özellikle bel çevresinde büyük oranda incelme olduğu gözlemlenmiştir. Peki bunu sağlayan etken nedir? Kalsiyumun zayıflamayı kolaylaştırıcı etkisinin; kalsitiriol adı verilen hormon düzeyini dengelemesi ve yağ depolanmasını azaltmasıyla ilgili olduğu belirtiliyor.

Sütün içindeki vitaminler ve CLA (konjuge linoleik asit)’nın, hastalıklara karşı direnci artırdığı ve başta bağırsak kanseri olmak üzere bir çok kansere karşı da koruyucu etkisi olduğu biliniyor. CLA’nın  ayrıca doğal yağ yakıcı olduğu bir gerçek. Norveçli 40.000 kadın üzerinde yapılan bir araştırmada çocukken süt içen ve yetişkin döneminde süt içmeye devam eden kadınlarda meme kanseri olma oranı daha düşük olduğu gözlemlenmiştir.

Sütün içindeki karbonhidrat yani enerji kaynağı, laktoz dediğimiz süt şekerinden gelir. Protein açısından da güçlü bir besin olan sütteki şekerin; kan şekerini hızlı yükseltmemesi de sütün faydalı özelliklerinden biridir. Protein ve karbonhidrat deposu olan süt, tok tutma özelliğiyle çok faydalı bir besindir.

Birçok araştırma; yüksek kalsiyum alımının kötü kolesterolü azaltıp iyi kolesterolü artırdığını ortaya koyuyor. Yakın zamanda Galler bölgesinde yaşayan erkeklerde yapılan bir araştırmaya göre; çok süt ürünü tüketen erkekler, daha az kalp ve damar hastalıklarına yakalanıyor.

Tüm bunların yanı sıra kalsiyum eksikliğinde görülen; kemik erimesi, diş çürümesi çocuklarda büyüme ve gelişmenin gerilemesi, kramp, kasılma gibi etkenleri ortadan kaldırmak için günden 2-3 porsiyon süt veya süt grubunu tüketmek gerekiyor.

Sütün mucizevi zayıflatıcı etkisine yönelik pek çok araştırma bulunuyor. Bu araştırmalarda tarçının faydasına da vurgu yapılıyor. Sütün tarçın veya tarçın kabuğuyla tüketilmesi etkiyi artırıyor. Tarçın kullanımı, özellikle açlık ve tokluk şekerlerini dengeye sokuyor. 3 gram tarçın, 1 tarçın kabuğuna denk geliyor. Günde toplam bir çay kaşığına denk gelecek şekilde tarçınlı süt tüketimi son derece faydalı.

Yapılan bazı çalışmalar, sütün diğer kalsiyum kaynakları ve diğer süt ürünlerinden daha yüksek oranda emildiğini ortaya koyduğundan tüketimi süt şeklinde yapmak daha olumlu olsa da, günlük alım yoğurt, ayran, peynir, badem, kuru incir gibi alternatiflerle de sağlanabilir. Yoğurt veya sütle beraber kalsiyum içerikli bu besinleri de tüketirseniz yararlanma oranınız daha da artacaktır…

Ayrıca geceleri uyku problemi yaşayanlar için 1 bardak ılık süt birebir. Sütü akşam yatağa gitmeden iki saat önce içmek, içeriğindeki laktik asit sayesinde daha kolay ve daha rahat uyumayı sağlar. Tabii fazla kilo problemi olan bireylerde gece yağlanma artacağı için her gece tam yağlı süt içip yatmanızı da tavsiye etmem : ) Büyüme hormonu uykuda salgılandığı için, çocukların özellikle yatmadan önce süt içmesi önerilir. Böylece kas ve kemik gelişimi daha iyi olur.
Ayrıca pek çok birey laktoz intoleransı olduğu için süt tüketiminden kaçınıyor. Fakat sütü tamamen kesmek yerine alternatiflerine yönelebilinir veya piyasada bulunan laktozsuz sütler tüketilebilir. Süt tüketimiyle gaz veya sindirim problemi yaşayan bireylerin sütü buzdolabından çıkar çıkmaz tüketmemesi gerekir aksi takdirde daha fazla gaz sorunu yaşanabilir…




10 Ağustos 2015 Pazartesi

PROBİYOTİKLER

   

  Bazı insanlar vardır;hayatınız güzelleştirir, cana yakındır, sizi olası bütün kötü şeylerden elinden geldiğince korur... Bazı insanlar vardır; siz daha arkanızı dönmeden kuyunuzu kazmaya başlarlar, arkanızdan iş çevirirler, tüm kötülükleri size yönlendirirler baktığınız zaman ikiside insandır ama karakterleri tamamen farklıdır işte bakterilerde aynı bu şekilde kimi bakteriler sizi hasta eder, besinleri bozar. Kimileri sizi hastalıktan da korur; yediğiniz, içtiğiniz bazı besinlerin de oluşumuna yardımcı olur. İşte probiyotik tamda böyle bir şeydir.
   Bilimsel konuşacak olursak; Probiyotik "YAŞAM İÇİN" anlamı taşıyan Yunanca kökenli bir kelimedir. Sindirim sisteminde yeterli sayıda bulunan ve tüketildiğinde bireyin bağırsaklarındaki bakterilerin sayıca dengesini sağlayarak sindirim sistemi ve bağırsak sağlığını koruyan canlı mikroorganizmalar ve/veya bileşenleri tanımlamaktadır. En önemli probiyotikler, Lactobacillus ve Bifidobacterium türleridir. Bağırsakta bakteri dengesinin korunmasına yardımcı olan bu mikroorganizmalar, özellikle stres veya hastalık nedeniyle denge bozulduğunda ve antibiyotik kullanımından sonra bağırsaktaki bakteri yoğunluğu azaldığında önem taşımaktadır.
Prebiyotik ise daha farklıdır ve bunlar sindirilemeyen gıda parçalarıdır ve faydalı bakterilerin kalın barsakta üremesini sağlar. Prebiyotik ve probiyotikler bir arada olursa bunlara sinbiyotik adı verilir.  Probiyotikler bağışıklık sisteminin iyi çalışması, bakterilerden korunma, gıdaların sindirimi ve emilimi için gereklidir. Bu bakteriler vücutta bir denge halinde bulunurlar. Kullanılan antibiyotikler, vücuda giren diğer bakteri, mantar ve parazitler bu dengeyi bozabilir. Prebiyotiklere ise probiyotiklerin besini diyebiliriz.

Probiyotik ve Prebiyotiklerin Faydaları Nelerdir?

Yukarıda probiyotik ve prebiyotiklerin ana faydaları hakkında biraz bilgi verdim fakat probiyotiklerin faydaları bunlarla sınırlı değil. Probiyotik bakterilerin canlı hücrelerinin barsaklarda bulunmaları halinde, bağışıklık sistemini uyardıkları ve kuvvetlendirdikleri belirtilmiştir. Gıdaların sindiriminde bağırsaklara yardımcı olurlar ve sağlıklı bir metabolik aktivitenin oluşmasını sağlarlar. Bu şekilde beslenmeye ve büyümeye yardım ederler. Bağırsaklarda selüloz ve diğer sindirilemeyen gıda bileşenlerini parçalayarak sindirim sistemine yardımcı olurlar. Yeni doğanlarda; antibiyotik kullanımında veya günlük yaşamın getirdiği koşullara bağlı olarak bozulan bağırsak mikroflorasının oluşmasına yardımcı olurlar. İstenmeyen bakterilerin, mayaların ve küflerin çoğalmasını kontrol altında tutarak bağırsak mikroflorasının bozulmasını engellerler.
Bifidus regularis, Lactobacillus bulgaricus, Lactobacillus acidophilus ve laktik asit bakterileri doğal olarak bağırsakta bulunan yararlı bakterilerin en yaygın çeşitleridir. Bu bakteriler, vücut içindeki zararlı bakterilerin çoğalmasını durdurmaya yardım eder. Ayrıca ishal, mide rahatsızlığı, şişkinlik, gaz, hazımsızlık, irritabl barsak sendromu ve diğer bağırsak sorunları önlemeye yardımcı olurlar.. 

Probiyotikler sadece bağırsak ve sindirim sistemi üzerine etkili değildir; yiyeceklerdeki vitamin ve minerallerin emilimini arttırır. Bu bakterilerin ürettiği vitaminlerin en önemlileri, tioamin (B1), riboflavin (B2), piridoksin (B6) ve naftokinin (K)dır. Probiyotikler, hastalık sonrası hızlı iyileşmeyi sağlarlar. Bunlar mantar enfeksiyonlarının belirli türleri için büyük iş yaparlar. Önemli ölçüde alerjik reaksiyon riskini azaltırlar ve aynı zamanda solunum yolu enfeksiyonlarının gelişme riskini düşürürler. İdrar yolu enfeksiyonlarıyla mücadele etmeye yardımcı olurlar. Son yıllarda yapılan bir araştırmada normal bağırsak florası olmayan farelerde ciddi davranış bozuklukları saptanmıştır. Aynı araştırmada çeşitli nörokimyasal bozuklukların bu davranış değişikliklerine eşlik ettiği gözlenmiştir. Yani probiyotikler psikolojik sorunların tedavisinde de kullanılmaktadır.

“Bağırsaklar bizim ikinci beynimizdir” .

Modern tıbbın kurucusu Hipokrat “Bütün hastalıklar bağırsaktan başlar. Bağırsak hasta ise vücudun geri kısmı da hastadır.” demiştir.

Peki Bu Probiyotikler Hangi Besinlerde Bulunuyor?
Probiyotikler, yoğurt ve diğer fermente gıdaların içeriğinde bulunmaktadır. Özellikle kefir, probiyotik içeriğiyle dikkat çeken doğal bir besindir. Bunun haricinde Probiyotikler; yoğurt, kefir, süt asidi, süt yağı, ekşi krema ve eski peynirlerde bulunur. Bir yiyeceğin probiyotik içerip içermediğini anlamak için paketin üzerinde yazan ‘’Canlı ve Aktif kültürler’’ yazısına dikkat etmelisiniz. Son yıllarda gıda endüstrisindeki gelişmeler neticesinde; içeceklere, bebek mamalarına ve tablet ya da kapsül şeklindeki supplamentlere (besin desteği) probiyotikler ilave edilerek, besinler zenginleştirilmektedir.  

Prebiyotiklerin en iyi kaynakları; asparagus, muz, soğan, sarımsak, pırasa, kepekli buğdaylar, yulaf, keten,yer elması, kuşkonmaz, soya fasulyesi ve arpadır. Prebiyotikler makarna, tahıl barları, yoğurt ve lor peynirine de eklenebilir. Ayrıca, inulin (bir çeşit lif), maltodextrin ve dayanıklı nişasta gibi besin içerikleri, prebiyotik rolü üstlenebilir.

Probiyotiklerin Zararları var mıdır? Ne sıklıkla Kullanmalıyız?
 Probiyotiklerin bilinen bir zararı yoktur . Ancak yeteri kadar tüketilmelidir. İntestinal floranın probiyotik bakteri tüketimiyle desteklemesinin sağlık üzerindeki olumlu etkileri uzun yıllardır bilinmektedir. Bu doğrultuda yapılan araştırmalarda; daha sağlıklı bir yaşam sürmek, vücut direncini artırmak, intestinal düzensizliklerle ve hastalıklarla mücadele etmek için probiyotik tüketiminin gerekli olduğu klinik deneylerle ispatlanmıştır .  Probiyotikler, yaşamın her döneminde kullanılabilir. Sadece ihtiyaç olduğu durumda kullanmak her zaman faydalı olmayabilir: Probiyotikler ilaç değil, fonskiyonel yiyeceklerdir. Düzenli kullanımda ancak etkisini gösterir. Probiyotik besinleri prebiyotik besinlerle beraber tüketmek daha etkili olacaktır.

Probiyotik Seçerken Dikkat!

İçerdiği canlı mikroorganizma sayısı önemlidir. Bu tip ürünleri satın alırken son kullanma tarihine dikkat etmek gerekir. Çünkü son kullanma tarihinden sonra, canlı kalabilen bakteri sayısı azalır. Bu da ürünün probiyotik etki göstermesini engeller.


Ufak bir hatırlatma: Zayıflama programında olan bireyler bu tip ürünleri alırken meyveli olanları tercih etmemeli onun yerine sade alıp meyveyi üzerine kendiniz eklemelisiniz.

5 Ağustos 2015 Çarşamba

TATİL VE BESLENME


    Doya doya yüzenler, daha tatile gidemeyenler, kısacık tatili olup google a hızlı bronzlaşmanın yolları diye aratanlar bu yazı sizin için geliyor :) Daha tatile gitmeyen danışanlarım şimdiden tatilde yiyeceklerinin hayalini kuruyor, tatilden dönenler ise azar işitme korkusuyla yaptığı kaçamakları telafi etme adına bol bol yüzüp gelmiş sağolsunlar kilo almamışlar ama tabi herkes bu kadar şanslı olmayabiliyor o yüzden hem tatilde hem tatil dönüşünde kilonuzu korumanız için, üzerine kilo almayıp tam tersi kilo kaybı sağlamanız için bir kaç ufak tavsiyem var sizler için ...

Öncelikle bozuk plak gibi ağzımıza dolanan su olayı ile başlayalım size bol bol su için demeyeceğim zaten isterseniz içmeyin bu sıcaklarda 1 günden fazla yaşabileceğinizi zannetmem ... Hava sıcak tüm şişeyi dikiyoruz ağzımıza sonuç tuvalatte zaman geçirmece oluyor. Doğrumu?Yanlış.. Sürekli ve yavaş yavaş su içerseniz hem vücut bu sudan yararlanır hemde siz tuvalet kapısında beklemezsiniz.. Ama şişeyi bir anda bitirirseniz vücut bunun sadece 1 bardaklık kısmından yararlanıp gerisini dışarı atacaktır o nedenle napıyoruz? YUDUM YUDUM,  BARDAK BARDAK İÇİYORUZ.

Bu sıcak havalarda zaten iştah kapanıyor fazla yemek yemek istemiyoruz genelde ama bu sefer daha zararlı olan dondurma veya hemen tüketebilceğiniz fast food besinlere yöneliyorsunuz.. Yapmayın, etmeyin.. Dondurma hiçmi yemiyelim diye soranlar için tabiiki yiyebilirsiniz ama bunu hergün yapmayın. Diyette denge çok önemlidir mesela dondurmayı yediğiniz zaman süt ve meyve değişimlerini listenizden çıkarmanız gerekiyor  veya daha fazla fiziksel aktivite yapmanız gerekiyor. Bu havalarda su kaybını engellemek için soğuk çorbalardan, cacıktan faydanalabilirsiniz.

Bu mevsimde en volümlü meyve tabiki karpuz ama  dikkat karpuz o kadarda masum bir meyve değil o nedenle tüm bir karpuzun 1/8 ini yemeniz yeterli buda ortalama 150 -200 gr yapıyor. Meyve bu mevsimde biraz tehlike yaratabiliyor çünkü az önce bahsettiğim gibi iştah çok olmadığı için soğuk ve sulu besinlere yöneliyoruz tabi meyve bu konuda birebir ama dozunu kaçırırsanız yeni kilolarınıza "Merhaba" diyebilirsiniz o yüzden porsiyonlarımıza çok dikkat ediyoruz. Ama mutlaka meyve tüketiyoruz, yeteri kadar tüketiyoruz, vitaminizmizi posamızı alıyoruz, fit ve sağlıklı kalıyoruz.

Alkol tüketimi tatilcilerin genel olarak en büyük zevki... Alkol aldığınızda ertesi gün karbonhidrat içerikli besin tüketimini(pilav, makarna, ekmek, çorba,meyve, bisküvi vs) kısıtlamanız normalde yediğinizden biraz daha fazla protein tüketmeniz ve normalden daha fazla sıvı tüketmeniz gerekiyor ertesi gün tekrar eski beslenme şeklinize dönebilirsiniz..

Tatilde çok fazla kaçırdıysanız tatil sonrası bir anda tüketimleri kısıp vücudu direnç göstermeye zorlamayınonun yerine tüketimleri düzene sokup fiziksel aktivitenizi arttırın. Bu sayede yağlanmayı ve direnci engellemiş olursunuz ama kesinlikle tatilde tükettikleriniz gibi rahat bir şekilde tüketim yapmayın tatlıdan alkolden uzak durun tekrar düzene girene kadar.Gün içerisinde durumunuza göre 5-6 öğün beslenmeye çalışın.

Fiziksel aktiviteyi mutlaka arttırın özellikle tatilden dönenlere sesleniyorum ! Hazır vücut belli bir tempoya girmişken onu yavaşlatmayın beslenmenizi düzene sokup aktiviteyi arttırın kilo artışı olmasın, aldıklarınızdan da bir an önce kurtulun.

En önemli nokta asla kilo aldım diye panik yapmayınn kısa süre içerisinde aldığını kiloyu vermeniz kolay olur önemli olan bunu kalıcı hale getirmemek. Strese girerseniz işiniz zorlaşır motivasyonu hiç bozmadan yolunuza devam edin mutlaka.

Tatile gidecek olanlar son bir hafta mucize beklentisine girip uzman yardımı olmadan zayıflamaya çalışmasınlar bu sıcak havalarda güçten düşerseniz kurtaranınız olmaz tatili yatarak geçirmeyin :)

Mevsim meyvelerinden yararlandığınız kadar taze sebzelerden yararlanmayı ihmal etmeyin mutlaka salata her öğününüzde olsun.

Gelelim süt grubuna :) Günde 2-3 porsiyon(kilo, yaş, metabolizmal rahatsızlık durumuna göre değişkenlik gösterebilir) mutlaka tüketmelisiniz. Öğünlerinizde öğün aralarınızda duruma göre yoğurdunuz, kefiriniz, ayran veya cacığınız olsun mutlaka. Hem bağırsak hareketlerini hızlandırmış, hem metabolizmayı çalıştırmış hemde kalsiyum desteği sağlamış olursunuz böylece kilo vermeniz kolaylaşır hemde fazla kilo almaktan kurtulursunuz :)

İşte yapmanız gerekanler bu kadar basit aslında olay tam da denge noktasında başlıyor dengeli beslendiğiniz sürece aktivitenizide arttırsanız hiçbir sıkıntı yok ...