16 Nisan 2015 Perşembe

DEMİR EKSİKLİĞİ VE BESLENME

Yetişkin bir bireyin vücudunda ortalama 3-5 mg arası demir bulunur. Bu demirin çoğunluğu kanda ve kırmızı hücrelerin hemoglobin kısmındadır, bunun yanı sıra karaciğerde, omurilik ve kaslarda da bulunmaktadır. Görevi; vücutta oksijen taşımaktır.Ayrıca vücudun bağışıklık sistemini destekler ve vücudu zinde tutar. B vitaminlarinden daha fazla yararlanmayı sağlar.
Demir eksikliğinde: kanszılık, yorgunluk, halsizlik, soğuğa karşı hassasiyet, zihin fonksiyonlarında zayıflama, zeka geriliği,  kolay hastalanma, işitme bozuklukları ve kanser riski görülmektedir. Daha yoğun demir eksikliklerinde: Solgun cilt, dişeti ve tırnaklarda kırılmalar, yiyecek dışındaki şeylere istek. Örneğin: toprak, buz gibi, tahriş olmuş dil görülebilmektedir. Demir eksikliği genellikle fazla miktarda kuvvetli karbonhidrat( şeker, nişasta vb) ve sütlü beslenmede, kan parazitlerinde ve aşırı kan kaybında görülür.

Günlük demir gereksinimi 
  • Erkekler için 10 mg
  • Kadınlar için 18 mg
  • Gebelik döneminde 27 mg
  • Emzirme dönemi 18 mg
  • Ergenlik dönemi 15 mg
  • Çocuk için 10 mg   

Beslenme Önerileri:


Besinlerle alınan demir miktarı gereksinimden az olabilir. Süt ve mamülleri demir bakımından fakirdir.

En iyi demir kaynakları: et, karaciğer, böbrek, yumurta, pekmez, kuru baklagiller, kuru meyveler, yeşil yapraklı sebzelerdir.

Besinlerle alınan demirim ince bağırsakta emilimi bazı durumlarda zorlaşmaktadır özellikle yeşil yapraklı sebzelerdeki ve tahıllardaki demirin %5-10’luk gibi bir kısmı kana karışabilmektedir. Bunun sebebi tahıllardaki fitatlardır.

Et ürünlerindeki demir daha kolay alınır.

Yemek esnasında çay içilmesi demir emilimini azaltacağından çay öğün aralarında ve açık olarak içilmelidir.

Hekim önerisine göre ilaç takviye alınabilir bu süreçte beslenmeyle destek yapılmalıdır. Ayrıca kalsiyum demir emilimini engellediği için süt ve sütlü ürünler demir takviyesi olan ilaçla birlikte alınmamalıdır.

Demirden zengin besinleri C vitamini içeren besinlerle tüketilmeli bunun sebebi; C vitamini demirin emilimini fazlasıyla arttırıyor olmasıdır bu nedenle özellikle et yemeklerinin yanında mutlaka bol salata tüketilmelidir.

Bazı besinlerin demir içerikleri:

*4 adet köfte (az yağlı dana eti–120 gr) = 3,6 mg
*1 yemek kaşığı pekmez=1 mg
*1 büyük boy yumurta sarısı=0,7mg
*1 porsiyon kuru baklagil yemeği (60 gr) = 4,2 mg
*Fındık/badem/ceviz (yaklaşık 10 gr) = 0,3 mg



14 Nisan 2015 Salı

EMZİKLİLİK DÖNEMİNDE BESLENME


Bir bebeğin sağlıklı bir şekilde büyüyüp gelişmesini sağlayan en önemli etken anne sütüdür bu nedenle bebeğin ilk 6 ay sadece anne sütü ile beslenmesi çok önemlidir. Anne sütünün kalitesini arttırmak ise annelerin sağlıklı beslenmesiyle gerçekleşir düzensiz veya yetersiz bir beslenme şekli anne sütünün kalitesine ve verimliliğine yansıyacaktır. Anne sütü doğada yeri doldurulamayacak harika bir besindir. Anne sütü ile ilgili en çok sorulan soruları başlıklar altında toplayalım;


Anne Sütünü ve Kalitesini  Arttıran Besinler Nelerdir?

Anne sütünü arttırmanın temel kuralı sıvı tüketimini arttırmaktır. Anne sütünün %87’sini su oluşturmaktadır bu nedenle günlük sıvı tüketim miktarınızı en az 3 litre olacak şekilde ayarlamanız gerekiyor. Bu sıvı ihtiyacının 2-2,5 litresini sudan geri kalanını ise içeceklerden, kompostolardan(şekersiz hazırlanması en uygunudur) ve çorbadan karşılayabilirsiniz. Doğal maden suları hem sıvı hem de mineral takviyesi yapan en iyi kaynaklardandır. Eğer annenin yüksek tansiyon veya böbrek problemi yok ise günde 1-2 şişe doğal maden suyu içilebilinir.
Sıvı alımını artırırken bitki çaylarından destek alınabilir. Örneğin ısırgan otu çayının anne sütü oluşumunda olumlu etkileri bilinmektedir, rezene çayı annenin gazını rahatlatır, papatya çayı da annenin rahat uyumasına, psikolojik olarak rahatlamasına yardımcı olur. Bunların haricinde; ıhlamur, nane, kuşburnu gibi bitki çayları da tercih edilebilir.Günde 2-3 fincan bitki çayı içilmesinin bir zararı olmayacaktır.

Her dönemde olduğu gibi özellikle emzirme döneminde de dengeli beslenmeli bütün gruplardan gerekli miktarlarda yararlanmalısınız. Özellikle sütün ana bileşenlerinden olan protein hem sizin hemde sütünüzün kalitesi açısında önemlidir bu nedenle protein alımınıza dikkat etmeli her gün mutlaka; et,süt,yumurta, peynir ve yoğurt gibi protein kaynaklarını tüketmeye çalışmalı, bunun yanı sıra özellikle kefir tüketimi probiyotik özelliği sayesinde anne içinde sütün verimliğini ve miktarını arttırmak içinde oldukça etkili olacaktır.

Vitamin, mineral ve posadan zengin taze sebze ve meyveleri her öğün tüketmeye özen gösterilmelidir. Özellikle kereviz, kabak, enginar, semizotu gibi sebzelerin anne sütünü artırdığını gösteren çalışmalar bulunmaktadır. Emzikli annelerin iyi yıkanmış ve el yardımıyla parçalanarak hazırlanmış bir kase salata tüketmeleri önemlidir. Fesleğen bitkisinin de düzenli kullanımda anne sütünü artırabileceği bilinir. Anneler yemeklerinde fesleğene daha çok yer açmalıdır.

Demir eksikliği olasılığını giderebilmek için kırmızı et, yumurta, ceviz, badem, üzüm, kayısı vb. gibi demirden zengin besinler tüketilmelidir. Demir yönünden zengin yiyeceklerle birlikte C vitamini kaynağı olan domates, biber, maydanoz, kıvırcık gibi taze sebzeler ve portakal, greyfurt, çilek gibi meyvelerin alınması demir emilimini artırırken kalsiyum içerikli besinlerin demir emilimini azaltacağı unutulmamalı o nedenle demirden zengin besinler tüketilirken mutlaka C Vitamini ile beraber tüketilmelidir. A vitamininden zengin havuç, yeşil yapraklı sebzeler, kayısı gibi besinleri daha fazla tüketilmesi önemlidir.

Yemeklerde kullanılacak yağ tüketimine dikkat edilmelidir. Kalori değerini yükselten kızartma ve kavurma türü besinlerden uzak durulmalı, genellikle besinleri pişirme yöntemi olarak haşlama, fırında ya da ızgara yöntemi kullanılmalıdır. Zeytinyağı tüketimine özen gösterilmelidir. Zeytinyağı içerdiği yağ asidi örüntüsüyle anne sütünün tekli doymamış yağ örüntüsünü artırmada önemli bir destektir. Özellikle balık protein ve n-3 yağ asitleri bakımından zengindir özellikler bu dönemde tüketilmesine özen gösterilmelidir.



Emziklilik Döneminde Nelerden Uzak Durulmalı?

Çay ve kahveyi günde 2 kez tüketebilirsiniz. Fazla içilen çay, kahve ve koladaki kafein süte geçerek bebeğin sağlığını olumsuz yönde etkiler. Demir emilimini engellediği düşünülerek yemek sırasında ve yemekten hemen sonra çay ve kahve alınmamalıdır.

Salam, sosis, sucuk gibi katkı maddesi ( dayanıklılığını arttırmak amacı ile eklenen) içeren besinlerden mümkün olduğunca uzak durulmalıdır.

Soğan, sarımsak, karnabahar, lahana, kuru baklagiller, brokoli gibi besinler gaz yapıcı özellikleri ve anne sütünün tadını değiştirebilme özelikleri nedeni ile dikkatli tüketilmelidir. Bu tarz besinleri tükettikten sonra bebekte gaz şikayetlerine ve emmeyi reddetme durumuna bakarak bu besinleri tüketmeye devam edebilir yada kesilebilir.

Anne sütünün içeriği sigara, alkol ve kafein tüketiminden, soluduğu kirli havadan etkilenmektedir. Sigara tüketen annelerin sütlerinin C vitamini içeriğinin azaldığı ve dolayısı ile bebeğin bağışıklık sisteminin bundan olumsuz etkilendiği kanıtlanmıştır. Ayrıca sigaradaki nikotin annede süt salgılanmasını baskılamaktadır.

Afla toksin adı verilen küflü tahıllarda, kuru baklagillerde, uygun koşullarda saklanmamış baharatlarda bulunan hepatokarsinojenik maddelerin anne sütü ile bebeğe geçişi söz konusudur. Bunun için açıkta satılan baharatlar alınmamalı, paketli olan güvenilir marklar tercih edilmelidir. Üzerinde küf üremiş, ya da saklama koşullarının uygun olmadığı bilinen kuru baklagiller ve tahıllar kullanılmamalıdır.


Emziklik Döneminde Kilo Kaybı Nasıl Olmalıdır?

Özellikle ilk aylarda pek çok anne kilolarından biran önce kurtulmak istemektedir ve bunun için pek çok yanlış diyet uygulaması yapmaktadır. Yanlış bir beslenme şekli hem anne sütünü hem anneyi hem de bebeğin sağlığını olumsuz yönde etkileyecektir. Bebeğini emziren anne ne iki kişilik yemeli, ne de hızla kilo vermeye çalışıp diyet yapmalıdır. Emzirme sırasında normal kalori ihtiyacınıza ek olarak 300-500 kalori daha fazla beslenmeniz yeterlidir.

Emzirme döneminde ilk 4 ay ayda yaklaşık 500 gr ile 1 kilo arası bir kayıp hedeflenmelidir daha fazlası annenin süt verimini olumsuz yönde etkilemektedir bu nedenle dikkatli olunmalıdır. Ancak anne çok şişman ise  2 kiloluk bir kayıp normal kabul edilebilir.


Bütün gruplardan yeterli ve dengeli olarak beslenilmeli herhangi bir gruptan yani et,süt,ekmek, sebze ve meyve grubundan bir besin beslenme programından çıkarılmamalıdır. Karbonhidrat tüketim düzeyi yeterli olmalıdır. Emzirme döneminde yapılan en büyük yanlışlardan biri zayıflamak adına karbonhidrat tüketiminin tamamen kesilmesidir. Emziren annenin beslenmesinde mutlaka ekmek, pilav, makarna ve meyve gibi karbonhidrat kaynakları yer almalıdır. Beyazlar yerine kaliteli karbonhidrat kaynakları olan tam tahıllı ürünler tercih edilmelidir. 

13 Nisan 2015 Pazartesi

POLİKİSTİK OVER SENDROMU VE BESLENME



Polikistik over sendromu (PKOS): Üreme çağındaki kadınlarda sıkça görülen endokrin bozukluktur. Her 15 kadından birisini, yani yaklaşık % 7’sini etkilemektedir. Hastalık genetik ve çevresel faktörlerin etkileşimiyle ortaya çıkmış sık görülen ve kompleks bir bozukluk olarak değerlendirilebilir.Polikistik Over Sendromu'nun (PKOS) tıp literatürüne ilk tanıtımının Stein ve Leventhal adlı bilim adamları tarafından yapıldığı kabul edilir ("Stein-Leventhal Sendromu"). Bu iki bilim adamı 1935 yılında bir tıp dergisinde yayınladıkları makalede bu sendromu meslektaşlarına; aşırı tüylenme, adet görememe, gebe kalamama, aşırı kilo alma ve diğer bazı belirtilerden oluşan bir durum olarak sunmuşlar ve yumurtalıklarda çok sayıda kistik oluşumdan bahsetmişlerdir.

PKOS, yumurtalıklarda çeşitli nedenlerle oluşan bir hormonal ortam dengesizliği sonucu yumurtlamanın bozulması ve yumurtalıklardan aşırı miktarlarda androjen (erkeklik hormonu) salgılanması durumudur. Olayda genel olarak kan şekerinin normal sınırlar içerisinde kalmasını sağlayan insülin hormonu metabolizmasında bozukluk da söz konusu olabildiğinden dışarıdan görünen yüzü çoğu durumda yalnızca bir adet düzensizliği ve tüylenme olan PKO, olaya insülin hormonunun da katılmasıyla aslında tüm vücudu etkileyebilen bir metabolizma hastalığıdır.

Polikistik Over Sendromu olan ve insülin direnci olan kadınların çoğunda karın bölgesinde kilo alımı, kilo vermekte zorlanma, aşırı derecede karbonhidrat tüketimi ve hipoglisemik dönemler (kan şekeri düşmesi) yaşanabilir. Kilo verememenizin sebebi PKOS olabilir.Polikistik Over Sendromu hayatın ilerleyen zamanlarında kronik hastalıkların (diyabet, kalp rahatsızlıkları, hipertansiyon, endometrial kanser gibi) gelişimiyle bağlantılı olduğundan, tanınması ve ergenlikte tedavisi bu hastalıkları engellemek açısından önemlidir, ihmal edilmemelidir.

Öncelikli hedef hastanın fazla kilolarının zaman kaybetmeden verilmesidir. Obezitenin neden
olduğu risk faktörlerinin ortadan kaldırılması için bu çok önemlidir. Kilo verirken kişinin yaşam tarzı ve beslenme alışkanlıkları düzenlenmeli ve ömür boyu alışkanlık haline getirilmesi sağlanmalıdır.

Polikistik Over Sendromu Tedavisinde Beslenme Nasıl olmalıdır?

  PKOS ve beslenme üzerine yapılan bazı çalışmalar; düşük karbonhidratlı bir diyet önerirken, bazı çalışmalar da insülin seviyesini kontrol etmek için düşük glisemik indeksli (GI) bir diyet önermektedir. Ancak posa miktarının arttırıldığı (30 g üstü) düşük glisemik indeksli diyetler PKOS tedavisinde oldukça yararlıdır. Posa yağ emiliminin azalmasını ve toksik maddelerin vücuttan uzaklaştırılmasını sağlar. Bu da, PCOS’ta sıklıkla görülen gastrik problemlerin, hiperlipidemi ve hiperinsülineminin ortadan kalkması anlamına gelir. Bu nedenle posa açısından zengin olan, vitamin ve mineral deposu sebze ve meyvelerin tüketimine ağırlık verilmeli, günde en az 4-5 porsiyon sebze-meyve tüketilmelidir. Proteinden yüksek karbonhidratta düşük bir beslenme şekli insülin direncini kırmaya yardımcı olsada uzun süre uygulamak vücut için zararlı olacaktır.
Az ve sık beslenme şekli uygulanmalı uzun süreli açlıktan kaçınılmalıdır yaklaşık 3 saatlik aralıklarla beslenilmelidir, böylece kan şekeride kontrol altında tutulabilinir. Su tüketimi en az 2-2.5 litre olacak şekilde ayarlanmalıdır.
Ana öğünlerde posadan zengin gıdalara tüketilirken ara öğünlerde karbonhidratlar proteinlerle birlikte tüketilmelidir. Kan şekerinin stabil olması için meyveli yoğurt – kuru meyve + yağlı tohumlar şeklinde tercih yapılabilinir. Fazla şeker ve şekerli besinlerin tüketiminden kaçınılmalıdır.
Enerjinin %30-35 i yağlardan sağlanmalıdır ancak düşük doymuş yağlı besinle tüketilmeli tam yağlı besinler yerine yarım yağlı olanlar tercih edilmelidir. Süt ve süt ürünleri yarı yağlı tercih edilmeli, kırmızı etlerin görünen yağları, tavuğun derisi tercih edilmemelidir. Yiyeceklerin pişirme şekilleri de önemlidir, kızartmaları yaşamdan çıkarmalıdır. Araştırmalar polikistik over sendromunun yağ metabolizmasındaki bozukluğa bağlı olarak kalp hastalıkları ve hipertansiyon için de risk faktörü olduğunu, 45 yaş üzeri polikistik overli kadınların normale göre 7 kat fazla enfaktüs riski taşıdığını göstermektedir.

Doğru beslenmenin yanında, düzenli egzersiz yapmak POS açısından gereklidir. Günde en az 30-40 dakikalık egzersizlerin büyük faydası olacaktır.

10 Nisan 2015 Cuma

BOL KÖPÜKLÜ KAHVE BİR KAHVE?


    Kahve bizim kültürümüzün vazgeçilmez bir parçasıdır özellikle bol köpüklü Türk Kahvesi… Kimisi için bir zevk, kimisi için ise bir bağımlılık… Kahve kültürü sadece bize özel değil; Dünyada her gün 1.5 milyar fincana yakın kahve tüketilmekte ve bu rakam giderek artmaktadır. Kahve, Afrika, Güney Amerika ve Güney Asya gibi tropik ülkelerde yetişen coffea arabica, coffea caneford gibi kahve ağaçlarının tohumlarından elde edilir. Dünyada tüketilen kahvenin yarısından fazlası Brezilyada üretilir. Yetiştirildiği bölgenin özelliğine göre değişik türde kahve vardır. Coffea ağacı; çiçekleri beyaz ve hoş kokuludur. Kahve meyvesi; büyüklüğü, şekli ve rengindeki benzerlikler nedeniyle kiraza benzetilmektedir. Kahve tohumları kullanılmadan önce kavrulur. Kavurma esnasında kahve tohumundaki gazlar açığa çıkar, su kaybolur, tat veren aromatik esanslar oluşur. Ortaya çıkan bu öğeler kahveye kendi özelliğini kazandırır.

Kahve kalorisiz bir içecek olup süt, krema veya şeker eklenme durumuna göre kalori miktarı değişir.Kilo verme programında olan bireylerin süt tozu, şeker, krema kullanmaması daha uygundur. 

Yeterli ölçüde tüketildiği takdirde kahvenin vücuda bazı faydaları bulunuyor; Yapılan bir çalışmaya göre kahve, yaşlı bireylerin daha hızlı düşünmesine sağlamakta ve hatırlama yeteneğinin artmasına yardımcı olmaktadır. 80 yaşın üstünde bulunan bayanlar üstünde yapılan çalışmada, önceden kahve tüketimi olanların mental fonksiyon testlerinde daha iyi performans gösterdikleri, küçük çapta yapılan bir başka araştırmaya göre ise günde 3 fincan kahve tüketmenin Alzheimer hastalığı gelişim riskini % 60 oranında azalttığı bulunmuştur. Günde 1 fincan kahve tüketen bireylerde yapılan araştırmalarda kanser olma risklerinin yüzde 10 oranında azaldığı bulunmaktadır. Yapılan pek çok çalışmada Parkinson hastalığı gibi hastalıkların önlenmesi ya da geciktirilmesinde de kahvenin önemi vurgulanmaktadır. Ayrıca kahveyle yapılan cilt bakımları yağlanma ve selülit problemlerine de iyi gelecektir. Ayrıca türk kahvesinin tam bir antioksidan deposu olduğu da biliniyor. Yapılan başka bir çalışmada ise 4 hafta ve üzeri düzenli kahve tüketen şeker hastalarının şekerlerinin düştüğü ve tip2 diyabet riskinin ise %40 oranında azaldığı yönünde, kahve içerisinde bulunan krom ve magnezyum mineralinin bunda etkili olduğu düşünülüyor. Kahvenin kan şekerini düşürücü etkisi nedeniyle hipoglisemisi olanların dikkatli tüketmelerinde fayda var.

İşte günde 1 fincan kahve görüldüğü gibi hiçte zararlı değil fakat fazla tüketiminde;
Yapılan birçok çalışmada, günde 300 mg dan daha fazla kafein alımının gebe kalmayı geciktirdiğini bulunmuştur. Günde üç fincan veya daha fazla kahve içmek, kadının doğurganlık oranını azaltabiliyor. Çünkü aşırı miktarda kafein tüketimi yumurtlamayı olumsuz etkiliyor. Gebelik döneminde ise ; dolaşım sistemini olumsuz etkileyeceği için erken doğum veya bebekte gelişim geriliği gözlenebilmektedir.Bu nedenle gebe ve gebe kalmayı düşünen bayanlara kahve tüketimi önerilmemektedir.
Bunun yanı sıra fazla kafein tüketimi kan basıncında ani yükselmelere sebep olabileceğinden kalp hastası olan bireylerde tüketimine dikkat edilmelidir.
Aşırı kahve/kafein tüketimi demir ve kalsiyum emilimini olumsuz etkilediği için kemik erimesi riskini arttırabiliyor. Özellikle çay ve kahvenin yemeklerden hemen sonra tüketilmesi durumunda vücutta demir emilimini olumsuz etkilediği bilindiği için yemekten 1.5- 2 saat sonra tüketilmesi daha uygundur. Bunun yanı sıra kafein fazla alındığında sıvı atım miktarının da fazla olacağı unutulmamalı mutlaka kahve sonrasında ekstra 1-1.5 bardak su tüketilmelidir.
Kahve uyku problemi yaratacağından uyku düzensizliğinin olmaması için tüketim miktarına ve zamanına dikkat edilmelidir.
Kafein içeren içecekler mide asidini de arttırabileceği için mide rahatsızlığı olan bireylerin tüketimine dikkat etmelerinde fayda var bunun yanı sıra sabah aç karnına içilmesi mideye zarar verebilir.

Günde ideal kafein alımı 150 ile 200 mg arasındadır bu nedenle günde 2 fincan kahveden fazlasını tüketmemek sağlık açısından en doğrusu olacaktır. Kahve bağımlılığı olan bireylerde ani bir şekilde kahve tüketimini bırakmak kafein bağımlılığından dolayı baş ağrısı, gerginlik gibi durumlar oluşturacağı için yavaş yavaş bırakmakları daha faydalı olacaktır.

İçeceklerin Ortalama Kafein Miktarları :

Filtre kahve 1 fincan: 135-200 mg
Espresso 1 fincan: 100 mg
Cappuccino 1 fincan: 100 mg
Hazır kahve 150 cc: 57 mg
Türk kahvesi 1 fincan: 57 mg
Dekafeine kahve 150 cc: 5 mg
Demleme çay 175 cc: 20 - 110 mg
Ice Tea 330 cc (1 kutu): 70 mg
Hazır çay 200 cc: 30 mg
Kola 1 Kutu: 30 - 56 mg
Diyet Kola 1 Kutu: 38 - 45 mg
Kola dışı meşrubat 1 Kutu: 50 mg civarı
Meyveli gazoz 1 Kutu: 0 mg
Çikolata 60 gram: 10 - 50 mg




9 Nisan 2015 Perşembe

SELÜLİT KARŞITI 10 ADIM

   

    Selülit; uyluğun üst kısmı, genelde dizin ve bileğin iç kısımları, kaba et ve baldırların arkası ve üst bacaklara yerleşmiş, genelde hormonal nedenlerle oluşan, bağ dokuda sıvının lokal olarak toplandığı bir dolaşım bozukluğudur. İki nedenle oluşabilir. İlki hormonal durumlardır; kadınlarda yumurtalardan salgılanan folikül hormonunun artışıyla dokularda su tutma özelliği nedeniyle selülite zemin hazırlar. İkinci neden ise genetiktir, yani annesinde selülit olan bir kadının selülitli oluşu şaşırtıcı değildir. Bunun yanı sıra selülit bir dolaşım bozukluğudur. Selülit ve damar yetmezliği birbirine paralel gider. Yani selülit damar yollarında oluşur ve damarları sarar, sıkar. Bu durum kan dolaşımını daha da zorlaştırır ve varisler meydana gelir. Bu da damar yetmezliği, selülit, varis, daha ileri derecede damar yetmezliği olarak gittikçe ciddi boyutlara varır. Yağ hücrelerinin aşırı yayılmasıyla deri altı bağ dokusu etkilenerek vücut normalden daha fazla su tutmaya başlar ve kan dolaşımı zayıflar. Böylece dokulara eskisinden daha az oksijen gideceğinden dokular elastikiyetini kaybeder ve cilt yüzeyi pürüzlü bir görünüm almaya başlar. Selülit sadece kilolu kadınlarda görülmemektedir bu nedenle selülit aslen bir kilo problemi değildir.

   Selülit özellikle yazın kadınların en büyük kabusudur. Oluşan selülitler tamamen yok edilemeyebilir ancak önceden önlem alınırsa ilerlemesini durdurmak ve görünümünü düzeltmek daha kolay olacaktır. Bu konuda beslenme veya spor tek başına etkili değildir. Sağlıklı bir beslenme şekli ve en az 40-50 dakikalık egzersizlerle beraber selülitten kurtulmak daha kolaydır.  Ancak şu noktaya özellikle değinmek isterim ki direkt olarak selülit engelleyici veya geçirici özel bir besin bulunmamaktadır. Beslenmenizde özellikle dikkat edeceğiniz birkaç nokta ile yağ yakımını hızlandırabilirsiniz.

İşte 10 adımda selülit problemini engellemenin yolu:

1)     Spor yapın: En az 3040 dk arası yürüyüşler ve kardio içerikli yağ yakıcı egzersizler mutlaka yapın. Gün içerisinde daha aktif olun hareket etmekten kaçmayın.

2)     Selülit Kremleri ve Masaj: Selülit kremlerinin tek başına etkili olmadığını bilin fakat güvendiğiniz markaların kremlerini kullanmanızda bir sakınca yok. Düzenli olarak selülit bölgesine masaj yaparsanız kan dolaşımını arttıracağınız için selülit görünümünden kurtulmanızda faydalı olacaktır.


3)     Sıvı Tüketimini Arttırın: Su, cildin nem dengesini koruyarak elastikiyetini kaybetmesini engeller. Böylece vücudun gereksiz ödem toplamamasını sağlar. Vücudun toksik maddeleri atmasını kolaylaştırır. Günde en az 2- 2,5 litre su tüketmeye özen gösterin.

4)     Sigara ve alkolden kesinlikle uzak durun.


5)     C Vitamini tüketimine özen gösterin: C Vitamini deri altı bağ dokusunu destekler, kolajen yapımında görevlidir. Özellikle; greyfurt, kivi, kırmızı biber, anas( ananasın içeriğindeki bromelain enzimi yağ hücrelerinin çevresini saran deforme olmuş kolajen dokuyu parçaladığı ve yağların depolanmasını önleyici özelliğe sahip olduğu bildiriliyor.) bu konuda size yardımcı olacaktır. Brokoli, karnabahar, maydanoz ve yeşil yapraklı besinler C vitamini açısından zengin olan besinlerdir.

6)     Su tutulumunu engellemek için potasyum içeren besinlerin tüketimine özen gösterin: Muz, kayısı, Turunçgiller, patates, fasulye, sebzeler bu konuda ihtiyacınızı karşılayacaktır. Ödem oluşumunu önlemek için fazla tuz tüketiminden kaçının


7)      Fast food beslenmekten, Şekerden, kızartmalardan, yağlı yiyeceklerden, krema ve krema içerikli besinlerden, hazır yiyeceklerden uzak durun.

8)     Asitli içecekler, çay, kahve tüketiminin çok fazla olması vücudu dehidrete edip ( susuz bırakıp) selülit oluşumunu hızlandırır. Bu nedenle çay için günde 2 fincanı kahve için ise 1 fincanı geçmemeye çalışın.

9)     Sağlıklı yağlar tüketin: Somon, ceviz, badem ve zeytinyağı elzem yağ asitlerinden zengindirler. Bu besinler, cilt dokusunun onarılmasında kullanılmaktadır. Balık ve balık yağı, kolojen sentezini destekleyici yapısı nedeniyle yine cilde elastikiyet verir ve vücudun sıkılaşmasını sağlar. Düşük yağlı veya yağsız süt ürünleri, yüksek kalsiyum içerikleri sayesinde daha fazla yağ yakmasını sağlayarak selülitli görünümün hafiflemesine yardımcı olmaktadır.



10) Protein açısından zengin olan balık, tavuk, yağsız kırmızı et, kurubaklagiller ve özellikle en kaliteli protein kaynağı olan yumurta içeriğindeki elzem ve elzem olmayan aminoasitler sayesinde dokularda su tutulumunu önlemekte ve metabolizmayı artırarak yağ yakımını hızlandırmaktadır.

8 Nisan 2015 Çarşamba

TATLANDIRICI KULLANIMI



    Sağlıklı beslenmenin, sağlıklı yaşamın ve sağlıklı kilonun en büyük düşmanlarından biri şekerdir. Özellikle günümüzde şeker kullanımı çok fazla olup bir çok hastalığa, bunun yanı sıra obeziteye de davetiye çıkarıyor ve bunun bilincinde olduğumuz halde pek çoğumuzun bir türlü vazgeçemediği bir alışkanlıktır. Bunun sebebi ise çocukluk çağındaki alışkanlıklardan ve tatlı ile ödüllendirme şekillerinden kaynaklanıyor. Çocuklar büyüme ve gelişme dönemlerinde, besinlere alışma dönemlerinde ne kadar çok şekerden uzak tutulurlarsa ilerde şeker problemi o kadar az oluyor. Gelişimleri de oldukça olumlu yönde etkileniyor. Kızartmalardan, hamur işlerinden kolayca vazgeçebiliyorken çoğumuz tatlı konusunda aynı derecede direnç gösteremiyoruz .Bunların başında da özellikle çayların içine katıltan şekerler geliyor. Bu konuda devreye tatlandırıcılar giriyor fakat kafalarda pek çok soru işareti oluşturuyor çünkü her konuda olduğu gibi bu konuda da pek çok bilgi dolaşıyor ve her kafadan başka bir ses çıkıyor. Öncelikle her yazımda belirttiğim gibi bu yazımda tekrar söylemek istiyorum denge ve miktar çok önemli fazla tüketilen her besinin vücuda zararı vardır.Öncelikle tatlandırıcıları tanıyalım:

Tatlandırıcılar 2 gruba ayrılır:
Enerji İçerenler       : Sorbitol, fruktoz, mannitol, ksilitol, mısır şurubu, şeker alkolleri
Enerji İçermeyenler: Aspartam, Asesülfam K, Sakarin, Siklamat, sükraloz

Früktoz: Meyve şekeri olarak bilinir. Serbest halde meyvelerde, pekmez ve balda bulunmaktadır. 1 gramı 4 kkal enerji vermektedir. Fruktozun, ayni oranda enerji içeren sükroz ve nisastaya göre kan glikozunu daha az yükseltmesi nedeni ile diyabetikler tarafından tatlandırıcı olarak ve tatlı isteğini gidermek için kullanılabilir. Fruktoz kullanımını daha iyi kontrol altına alabilmek için yenilen meyvenin yanında kompleks karbonhidrat içeren (kepekli bir galeta veya ½ paket diyet bisküvi) bir besinle veya süt grubu bir besin ile beraber alınması kan şekerinin daha yavaş yükselmesini ve 2 -2,5 saat hipoglisemi yaşanmasını engeller.

Diğer enerji içeriği olan tatlandırıcılar ise glikoz ve früktozun indirgenmesiyle elde edilirler. İnce bağırsaktan yavaş emildikleri için kan şekerini hızlı yükseltmezler. Bu nedenle diyabetliler için hazırlanan tatlılarda kullanılırlar. 50 gr’dan fazla alımı laksatif etkiye yol açar.


Aspartam: Aspartam, dünyada doksanın üzerinde ülkede, yiyecek ve içeceklerde, şeker yerine şekerin kullanıldığı her yerde kullanılabilen düşük kalorili bir tatlandırıcıdır. FDA (Amerikan Yiyecek ve İlaç Dairesi) Aspartam'ın toz karışımlarda, yiyecek ve içeceklerin tatlandırılmasında ve sofra şekeri olarak kullanımını 1981'de onaylamıştır. 1996'da ise her tür hazır yiyecek ve içecekte (şuruplar, salata sosları vs.) kullanılmasına izin verilmiştir. Aspartam günümüzün güvenirliği en fazla test edilmiş gıda katkılarından biridir. Aspartam'ın güvenilirliği Amerika FDA'in yanı sıra Amerika Tıp Derneği gibi önde gelen bağımsız kurumlarca da tasdik edilmiştir. FDA (Amerikan Yiyecek ve İaç Dairesi) Aspartam gibi pek çok yiyecek katkı maddesi için ADI (Günlük Kabul Edilebilir Kullanım Miktarı) kavramını geliştirmiştir. ADI hayat boyu her gün kullanımı durumunda tamamıyla güvenli sayılacak maksimum miktarı vermektedir. Aspartam için belirlenen ADI/Günlük kabul edilebilir kullanım miktarı kişinin her kilogramı başına 40 mg.'dır. Sağlıklı yetişkinler, 2 yaşından büyük çocuklar, gebe ve emziren kadınlar ve diyabetli hastalar için aspartamın sağlıklı ve emin olduğu, rahatlıkla kullanılabileceği, FDA tarafından belirtilmiştir. Canderal ticari adıyla piyasadadır.

Asesülfam K: Sukroza oranla 130-200 kat daha tatlıdır. Tat ve yapı yönünden sakkarine benzerdir. Şekere yakın bir tatlılığı vardır ancak çok yüksek konsantrasyonlarda kullanıldığında acı , metalik bir tat verir. Isıya karşı dayanıklı olduğundan yiyeceklerin pişirilmesi veya fırınlanması sırasında da kullanılabilir. Çay, kahve, kahvaltılık tahıl, tatlı, çiklet, meyve ve diğer yiyeceklerde kullanılabilir. Asesülfam-K' nın en önemli özelliği, diğer tatlandırıcılarla birlikte karıştırılarak kullanıldığında tatlılık derecesinin artmasıdır. ( özellikle aspartam ile birlikte kullanıldığında.) maksimum kullanım dozu 15 mg/kg/gün olarak belirlenmiştir. Gebelik döneminde kullanımının güvenilir olduğu belirtilmiştir. Potasyumdan kısıtlı diyetlerde veya sulfa–antibiyotiklere bağlı alerjisi olanlarda dikkatli kullanılmalıdır.

Sakkarin: Çay şekerinden 300-400 kat daha fazla tatlıdır. Food and Drug Administration (FDA) 1977 yılında yüksek dozda sakarin alımının hayvanlarda üriner sistem tümörlerine neden olduğu ortaya çıkınca insanlarda sakarin kullanımının kanser ile ilişkisi olabileceği riski nedeniyle kullanımı yasaklamıştır. Fakat daha sonraları Amerikan Tıp Konseyi kısıtlı kullanımın ( 2,5 mg/kg/gün) sağlık üzerine güvenli olabileceğini bildirmiştir. Yine araştırmalarda sakarinin zararsız olmadığı epitel dokuda yapısal değişikliklere neden olabileceği bulunmuştur.

Siklamat: Sukroza göre 30 kere daha tatlıdır. Siklamatlar, intestinal sistemden kısmen emilmektedir ve emilen maddenin büyük bir kısmı idrarla atılır. Sakkarin ve siklamat genellikle beraber kullanılır.  Aşırı siklamat alımı diyareye neden olmaktadır. Dünya sağlık örgütünün önerdiği alım miktarı 11 mg/ kg/ gün dür.

Sukraloz: Sukralozun güvenilirliği ile ilgili olarak hayvanlar ve insanlar üzerinde yapılan yüzlerce deneye ait klinik verilerin FDA (Amerikan Gıda ve İlaç Yönetimi ), EFSA (Avrupa Birliği Bilimsel Gıda Komisyonu), JECFA (Katkı Madde Üzerinde Çalışan Ortak Uzmanlar Komitesi) ve bağımsız uluslararası uzmanlar tarafından değerlendirilmesi sonucunda sağlık otoriteleri sukralozun hamile ve çocuklar da dahil olmak üzere diyet yapanlar ve diyabet hastaları tarafından kullanılabileceği kanısına varmışlardır. Diyabetli olan ve olmayan insanlarda yapılan çalışmalar, sukraloz'un ensülin seviyesinde, rejim veya yemek sonrası kandaki glikoz düzeyinde veya kanda uzun vadeli glikoz kontrolünde etkili olmadığını göstermiştir. Maksimum dozu 5mg/kg/gün’dür. Diyabetliler ve kilo kontrolü sağlamak isteyenler için uygundur. Splenda ticari adıyla piyasadadır.

İdeal bir tatlandırıcı: Sağlık Bakanlığı’nın “özel beslenme amaçlı gıdalar” tebliğinde kullanılmasına izin verilen yapay tatlandırıcılar olarak belirlenmiştir. İdeal bir tatlandırıcı; şekerin duyusal özelliklerini içeren, çözelti halindeyken renksiz, kokusuz, suda çabuk eriyebilen, ekonomik, fonksiyonel, ısıya dayanıklı, düşük kalorili, ağızda acı ve metalik tat bırakmayan hoş bir tada sahip olmalıdır. Toksik ve kanserojenik olmamalıdır.

Sağlığa zararı olmadığı bilinen aspartam, sakkarin ve asesulfam-K gibi enerji içermeyen tatlandırıcılar yeterli ve dengeli bir beslenme kapsamında yiyecek ve içeceklerin tatlandırılmasında belirli ölçülerde tüketilebilir. Bu miktarı Dünya Sağlık Örgütü ve besin ilaç örgütü günde 10 adete kadar kullanımının sakıncalı olmadığını bildirmişlerdir. Özellikle diyabetlilerde en yüksek günlük dozun öğretilmesi gerekir. Tatlandırıcılar belirli ölçülerde kullanıldığında kanser oluşturma riski yoktur çünkü o seviyeye gelebilmek için gün içerisinde kutu kutu tatlandırıcı bitirmeniz gerekiyor buda mümkün olmadığı için yeterli ölçüde tatlandırıcı kullanabilirsiniz fakat her ne kadar kansere yakalanmasanızda laksatif etkisinden dolayı tüketim miktarına dikkat etmek gerekiyor. Ama tabii ki tavsiyem şekeri de tatlandırıcıyıda kullanmayıp sadece kek, pasta vs yapımında şeker kullanmak yerine tatlandırıcı kullanmanızdır.


7 Nisan 2015 Salı

DOST OLMANIZ GEREKEN 3 BEYAZ



Biliyorsunuz ki un, tuz ve şeker sağlık açısından uzak durmamız gereken ama tadı dolayısıyla çok da uzak duramadığımız, adını 3 beyaz olarak koyduğumuz bir grup. Pek çok hastalığa davetiye çıkarmakla kalmıyor günümüzde aşırı kiloların da 1 numaralı sebeplerinden kendileri. Ama bugün farklı bir 3 beyazdan bahsedeceğim Çünkü bahsedeceğim bu 3 beyazın üçünüde her yaş grubunda sorunsuzca tüketen kişilerin az olduğunu biliyorum ve sevmeniz için size önemli nedenler sunacağım ama bunların üçünü de seviyorsanız ne kadar doğru tercihler yaptığınızı bir kez daha anlayacaksınız. Gelelim bu üç beyaza; Nedir bu üç beyaz ?Aslında cevap çok basit; “ Süt Grubu Besinler” ... Gelen danışanlarımın birçoğu ya kefiri sevmiyor ya sütü yada yoğurdu fazla tüketemiyor. Eğer süt ve süt grubu besinleri tüketmenizi önleyecek örneğin laktoz intoleransı gibi bir sağlık probleminiz yoksa bu yazıyı bir an önce okuyup neler kaçırdığınızı bilin isterim …


Önce sütün kendisinde başlayalım; Besleyici değeri oldukça yüksek olan süt her yaş grubu için oldukça faydalı olup,  küçük çocuklarda büyüme ve gelişmenin en önemli etkenidir. Yağlanma problemi yaşayan bireyler için uzmanların yaptığı araştırmaya göre sütün içindeki kalsiyumun vücuttaki yağlanmayı azaltarak kilo kontrolü sağlamaya yardımcı olduğu ortaya konmuş. İçinde sadece kalsiyum ve protein mi var? Tabii ki Hayır! İçeriğinde su, yağ, protein, karbonhidrat, vitaminler ve mineraller bulunduruyor. Sütün ortalama .%87.3 ‘ü su, %3.5 i yağ  %3.4 ü protein ve %0.7 si minerallerden oluşuyor. İçeriğindeki mineral ve vitaminlerden antioksidan olan A vitamini ve çinko sayesinde süt içtiğiniz zaman cilt sağlığınız korunmuş oluyor; cildi nemlendirip yıpranmayı ve yaşlanmayı engellemiş oluyorsunuz. İçerdiği yüksek protein ile vücut dokularına iyi gelen süt aynı zamanda beyin fonksiyonlarınada iyi geliyor;  odaklanmayı, yeteneği ve hafızayı güçlendiriyor o nedenle özellikle çocukların zihinsel gelişimi için mutlaka süt tüketimine özen gösterilmesi gerekiyor.
Hipertansiyon tedavisinde sütün olumlu etkileri biliniyor. Hipertansiyon için kullanılan bazı ilaçların olası olumsuz etkilerini azaltmada sütün yararları olduğu saptanmış. Yağsız ya da % 1 yağ içeren süt vücuda daha fazla kalsiyum sağlıyor. Kalsiyum da tansiyonu, daha da önemlisi kalp-damar hastalığı riskini azaltabiliyor. Az yağlı olan sütteki hayvansal yağ azaldığı için doğrudan kolesterol düşürüyor. Dolayısıyla özellikle süt ve grubunu az yağlı olanlardan tercih etmek, hem daha fazla kalsiyum alımını sağlıyor, hem de günlük doymuş yağ ve kolesterol alımını azaltıyor. Sütün aynı zamanda kansere kaşı koruyucu olduğu hatta bağımlılık yapıcı; alkol, sigara, kahve tüketen kişileri bile koruduğu gözlemlenmiş. Günümüzde sıkça görülen osteoporoza karşıda oldukça önemli olup gerekli D vitamini ve kalsiyum ihtiyacını karşılamaya yardımcı oluyor.

Gelelim KEFİR’in faydalarına: Tabir-i caizse gerçekten saymakla bitmeyen faydaları var ama hemen en önemlilerini anlatayım ben size öncelikle kansere karşı oldukça güçlü bir koruyucu olup tümörlü hücreleri inhibe etme özelliğine sahiptir. Zeka ve zihin gelişimine oldukça yardımcıdır. Yüksek oranda kalsiyum, fosfor, A vitamini, B vitamini, D vitamini içerir ve iyi bir aminoasit kaynağıdır. Rahatlatıcı etkiye sahip olup sinir sistemine iyi gelmektedir. Probiyotiktir yani bağırsak sisteminin sağlıklı çalışması için birebirdir. Düzenli tüketilirse bağırsak problemlerine iyi gelir. Antibakteriyel özelliği vardır. Alerjik hastalıklara karşı koruma sağlar. Ülsere karşı faydalı olup şeker hastalığına karşıda oldukça etkilidir; şekeri düşürmeye yardımcı olur. Kan basıncını düzenler, kolesterol düşürücü etkisi vardır. GUT hastalığına ve safra kesesi hastalıklarına iyi gelmektedir. İşte özetle ve en kısa haliyle bile bu kadar yararı olan kefiri içmek için daha fazla beklemeyin derim : )

3 Beyazın bir diğer önemli üyesi YOĞURT: Yoğurdun bağışıklı sistemin güçlendirdiğini hepimiz biliyoruz bunun yanı sıra bağırsak sistemine iyi geldiğini de artık ezberledik fakat başka nelere yarıyor bu yoğurt? Bazı bünyeler yapısı gereği sütteki laktozu sindiremez. Bu durum fiziksel rahatsızlıklara neden olur. Sütte bulunan laktoz, yoğurtta laktik asite dönüştüğünden,  yoğurdun sindirimi daha kolay olmakta ve gerekli besinler yoğurttan sağlanabilmektedir. Stres, alkol, kolalı ve karbonatlı içeceklerle zarar gören sindirim sistemini korur. Tüberküloz hastalığına karşı doğal bir antibiyotik etkisi gösterir. Yoğurt kolesterol emilimini azaltır, probiyotik aktiviteye sahiptir ve çocukların bulaşıcı karaciğer iltihabı (hepatit) hastalıklarının tedavilerine yardımcı olarak kullanılır. Ayrıca yoğurt, bağırsaklarda bulunan tehlikeli ve zararlı mikropların yaşamasını engeller. Yoğurt, enfeksiyonel hastalıklara karşı vücudun direncini arttırarak özellikle kış aylarında sık görülen gribe yakalanma riskini düşürür. Bu konuda yapılan bir çalışmaya göre düzenli olarak yoğurt yemek hastalık (grip) sürecini %20 oranında kısaltıyor. Yoğurt aynı zamanda bağırsak, vajinal ve solunum yolu enfeksiyonlarına karşı da koruma sağlıyor. Bunların yanı sıra yoğurt kilo kontrolü sağlama konusunda bire bir! Yoğurt yüksek kalorili atıştırmalıklara oranla daha uzun süre tok hissetmenizi sağlıyor. Ayrıca yüksek mineral ve vitamin içeriğiyle besin değeri yüksektir. Yoğurdun kilo vermeye etkisi üzerine Tennessee Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmaya göre, diyet yaparken atıştırmalık olarak yağsız yoğurt yiyenler hiç atıştırmalık yemeyenlere oranla %22 daha fazla kilo veriyor ve bel bölgesindeki yağları %81 oranında daha fazla yakıyor. Araştırmada, düşük kalorili diyet yapan kişilerin diyetlerine yoğurt ilave edildi ve gün içinde 3 öğün yağsız yoğurt yiyen aşırı kiloluların yoğurtsuz diyet uygulayanlara göre yüzde 22 daha fazla kilo verdikleri görüldü. Ayrıca, bu kişilerin yüzde 61 daha fazla yağ yaktıkları tespit edildi. Yoğurt aynı zamanda menopoz döneminde görülen terlemeleri azaltmak için tavsiye edilmektedir. Yine bu dönemde görülen kemikle ilgili problemlerin riskini azaltmak için tüketilebilir. Bittimi? HAYIR! Yoğurt cildi güzelleştirir içten vücudunuzu güzelleştirirken yapacağınız maskeler ile hatta direkt olarak yoğurdu yüzünüze sürseniz bile cilde parlaklık kattığını ve cildi nemlendirdiğini göreceksiniz. Yoğurt yüzü temizlemek ve gözenekleri açmak için, akne oluşumunu engellemek, cildi nemlendirmek ve dokusunu canlandırmak için oldukça etkilidir.

Görüldüğü gibi süt ve süt grubu besinlerin vücuda faydaları saymakla bitmiyor en fazla verimi alabilmek için günde 1-2 porsiyon mutlaka tüketmeniz ve mümkün olduğunca hepsinden yararlanmanız gerekiyor. Eğer herhangi biriyle aranız iyi değilse meyvelerle beraber tüketmenizi tavsiye ederim.. Sevmediğiniz besinleri sevdiğiniz besinlerle beraber tüketirseniz ve kendi tariflerinizi oluşturursanız sevmediğiniz hiçbir besin kalmayacağına eminim : )



6 Nisan 2015 Pazartesi

BAĞIRSAK PROBLEMLERİNDE BESLENME



Günlük yaşamımızda; iş hayatı, ev hayatı, sosyal hayat derken zaman zaman beslenme şeklimizin düzensizleşmesine sebep olabiliyoruz bu nedenle ortaya bağırsak problemleri çıkabiliyor. Bunların haricinde bazı sağlık problemleri de barsak sorunları yaşatabiliyor, bunlardan bazıları:

Mide ve barsak hastalıkları
Hava yutmak
Sindirilmemiş besinler- besin intoleransları
Kronik kabızlık-ishal
İrritabl barsak sendromu

Barsak problemlerinin yanı sıra bazı durumlarda gaz ve şikinliğe neden olabiliyor:
Çok hızlı yemek yemek
Yemek yerken konuşmak, mideye hava kaçması
Çok yüksek miktarda mayalı ( poğaça, ekmek v.b) besinler tüketmek
Gazlı içecekleri fazla tüketmek
Çok fazla miktarda çiğ yeşillik-sebze ve meyve tüketmek
Yağlı-kızartma besinler tüketmek
Gereğinden fazla miktarda yemek tüketip, mideyi zorlamak
Sıkı kemer ve beli sıkan kıyafetler giymek

Bu maddelere dikkat ederek beslenme şeklinizi düzenlerseniz gaz ve şişkinlik probleminizi giderebilirsiniz..

Genel olarak her gün düzenli olarak 1 defa tuvalete çıkılması bireyi rahatlatmaktadır ancak bu sürenin uzaması ve tuvalet ihtiyacını giderirken zorlanılması “Konstipasyon” yani “Kabızlık” olarak isimlendirilir. Kabızlık sorununuz varsa beslenmenizdeki posa miktarını arttırmalı bol posalı besinler tüketmelisiniz bunun için; tam buğday unu içerikli ürünleri tercih etmeli, taze sebze- meyve tüketimini arttırmalı, haftada 2-3 kez kurubaklagil tüketimine özen göstermeli ve yağlı tohumlu besinlerin tüketimini biraz daha arttırmalısınız. Sabah kalktığınızda bir barda ılık suyunuzla beraber tüketeceğiniz 2-3 adet kuru kayısı veya kuru erik size yardımcı olacaktır. Probiyotik besinlerin tüketimine özen göstermelisiniz. Her günkü rutin olarak yaptığınız beslenme şeklinizi özellikle kahvaltınızı değiştirip yoğurt+kuru meyve+yulaf şeklinde beslenirseniz kabızlık probleminize iyi gelecektir. Yoğun kabızlık dönemlerinde salatanıza 1-2 yemek kaşığı kadar zeytin yağı dökebilirsiniz. Bol bol da su tüketmeyi unutmuyoruz…


Gelelim bir diğer barsak problemi olan “Diyare” yani ishal : Diyare, dışkının kıvamında azalma ile birlikte sıklığında ve hacminde artma olarak tanımlanır. Diyarede su ve elektrolit kaybı oluşur. Süresi uzarsa, hastada dehidratasyon, deri tonusunda azalma, zayıflık, halsizlik ve kansızlık gibi durumlar oluşur. Bu nedenle ishalin bir an önce tedavi edilmesi gerekir. Eğer ishal probleminiz varsa özellikle dikkat etmeniz gereken nokta su ve elektrolit dengenizdir. Eğer ishal probleminiz şiddetliyse veya birkaç gündür sürüyorsa mutlaka hastaneye gitmeniz gerekiyor. İshal şikayeti olan bireylerin kesinlikle bolca su tüketmesi gerekiyor aksi halde dehidrasyona (fazla sıvı kaybı) uğrayabilirsiniz buda yüksek derecede hayati tehlike taşımaktadır. İshal olan bireylerin kabızlık problemi yaşayan bireylerin aksine posasız ve yağsız besinler tüketmesi gerekiyor. Posa içeriği yüksek sebze ve meyvelerden (özellikle meyveleri kabuksuz tüketmeli), tam tahıl ürünlerinden, şeker ve şekerli besinlerden, kuruyemişlerden, yağlı besinlerden ve kurubaklagillerden uzak durması gerekiyor. Bu dönemde kızartma yerine mümkün olduğunca haşlama ve fırınlama yöntemi ile besinlerin pişirilmesi gerekiyor.Yağsız makarna ve pirinç pilavı, pirinç lapası, yayla çorba, yağsız beyaz peynir, yoğurt, pektin içeriği yüksek olan kabuksuz elma, muz, şeftali bunların yanı sıra havuç, haşlanmış patates-patates püresi, haşlanmış yağsız et ve tavuk, yağsız ızgara köfte tüketilebilir. Ayrıca tuzlu ayran, taze sıkılmış meyve suları (elma, şeftali, kızılcık v.b.), açık çay içilebilir. 

3 Nisan 2015 Cuma

ZAYIFLAMA ADINA YAPILAN 10 HATA




POPÜLER DİYETLER

Atkins, Dukan, Plaeo(taş devri), Alkali diyet….. Bunların yanı sıra Beyonce şöyle kilo verdi , Shakira böyle formunu koruyor tarzı gelişigüzel bilgilendirmeler.. Ne yazıkki pek çok kişi bu diyetlere uyup sağlığını kaybediyor bunlara birde “özel bitki çayları” eklendi. Mucize kilo verdiren anında yağ yakıp sihirli bir değnekle sizi zayıflatan ne bir çay ne de bir yiyecek var o yüzden şimdi bunların hepsini bir kenara bırakın ve mümkünse aç kalmadan doyarak zayıflayın. Et, süt, kurubaklagil, tahıl, sebze, meyve  yağ gruplarında yeteri miktarda ve dengeli şekilde beslenin işte asıl sihir burada: “DENGE”. Popüler diyetleri uygulayan pek çok kişi ilk başta kilo verip (ki bazıları o şekilde veremiyor zaten) daha sonra tıpış tıpış hastanenin yolunu tutuyor ve daha sonra diyetisyene yönlendiriliyor. Nasıl ki kıyafetleriniz sizin bedeninize özel ise saç renginiz, tarzınız yalnızca size özelse beslenmenizde size özel olmalı kontrolü ele almayı bilmeli ve vücudunuz en güzel şekilde beslemeye özen göstermelisiniz böylece gereksiz diyet stresinden de kurtulup sağlıklı, huzurlu ve pozitif bir yaşam sürebilirsiniz…

Unutmayalım: DİYETİ DİYETİSYEN YAZAR!


GEREKSİZ YASAKLAMALAR

Bezelye, havuç, mantar, patates, kuru meyveler, kuruyemişler… liste bu şekilde uzayıp gidiyor. Mantıklı düşünürsek eğer kalorisiz tek besin kaynağı sudur onun haricinde tükettiğiniz her besinin belirli bir kalori değeri ve besin gruplarına göre protein, yağ ve karbonhidrat içeriği vardır. Ama bunun yanı sıra oldukça yararlı içerikleri de vardır. Sırf kalorisi var diye o besinden uzaklaşamazsınız bu cümleyi okuduktan sonra ha tamam o zaman gidip bol bol yiyeyim veya gidip bir çikolata yiyeyim dediğinizi duyar gibiyim .. Aman Dikkat! Yararlı dediysem belirli miktarlarda tüketmenizde fayda var ne demişler AZI KARAR ÇOĞU ZARAR... Hayatınızda 3 beyaz hariç hiçbir besini yasaklamayın derim onları da zaten besinlerin içerisinde tüketiyorsunuz ekstra kullanımına ihtiyaç yok o nedenle fazlası oldukça zararlı. Özellikle yararlı olduğunu bildiğiniz besinleri sırf kalorisi fazla diye hayatınızdan tamamen çıkarmayın bu sebzeler içinde tahıl grubu besinler içinde geçerli.. Sadece miktarı kısın ama tekrar söylüyorum bunu sadece yararlı besinle için yapın ve tekrar altını çiziyorum önemli olan dengedir bütün besin gruplarından yararlanın ama sizin ihtiyacınız olan miktarlarda az kalorili bir besini bile fazla tükettiğiniz zaman kilo aldırmasa bile sağlığınıza bir şekilde zarar verecektir.

KETOJENİK DİYET

Ketojenik Diyet; diyetle alınan karbonhidrat miktarının aşırı kısıtlanması (50 gr/gün’den daha az) ile kanda keton cisimciklerinin artmasına (ketozis) neden olan diyetlerdir. Besin öğeleri yönünden dengesiz olup önemli sağlık sorunlarına yol açabilmektedir. Karbonhidrat miktarının aşırı kısıtlandığı, protein ve yağ miktarının yüksek olduğu bu diyetler ile sağlıklı düşük kalorili diyetler kıyaslandığında; sağlıklı diyetle yağ kaybı daha fazla olurken, ketojenik diyetle su kaybı daha fazla olmuştur. Ketojenik diyetler; vitamin ve mineral açısından gereksinmeyi karşılamazken, protein yükünü artırması, doymuş yağ oranın yüksek olması, posa içeriğinin de düşük olması nedeniyle sağlıklı ve dengeli bir beslenme düzeni değildir. Glikoz beyin için en önemli enerji kaynağıdır. Karbonhidrattan düşük beslenmek hem sizi yorar hemde konsantrasyon bozukluğuna sebep olur. İlk başta gayet güzel kilo verdiren bu diyet bırakıldığı zaman ani kilo artışına sebep olmakta, uzun süre kullanımında ise ciddi sağlık problemlerine yol açmaktadır.


PROTEİN AĞIRLIKLI BESLENMEK

Bu konuya protein diyetiyle ilgili yazımda özellikle değinmiştim. Popüler diyetlerin içerisinde proteinden yüksek beslenmek en çok uygulananlardan üstelik bunu sadece zayıflamak isteyenler değil spora başlayanlarda kas  kütlesiniz arttırmak için yapıyor. Bedenimiz yüksek proteinli yemekleri sindirmek, metabolize etmek ve kullanmak için daha fazla çaba harcar. Bu da daha fazla kalorileri yakılmasını sağlar. Ayrıca, midenizi terk etmek için daha uzun zamana ihtiyaç duyarlar, böylece daha uzun süre kendinizi tok hissedersiniz. Nutrition Metabolism dergisinde yayınlanan bir makalede, beslenme programlarında protein alımını % 30 arttırarak diyet yapan kimselerin, günde yaklaşık 450 kalori daha az tükettikleri görülmüştür ancak yine de sadece protein ile kilo vermek hala tartışılan bir yöntemdir. Proteini çok yüksek diyetler ile ilgili yapılan çalışmalarda çelişkili sonuçlar var. Yapılan bir çalışmada günlük alınan kalorinin %60 ‘ı yağsız proteinlerden sağlandığında ( ki bu önerilenden çok fazla) tansiyon, LDL (kötü) kolesterolü ve trigliserit değerlerinde düşme saptanmış ancak diğer araştırmalarda proteini yüksek diyetlerin uzun süre uygulanması halinde karaciğer sağlığı ve kemik erimesi açısından riskli olabileceği de öngörülüyor. Proteini yüksek diyetlerde CHO kısıtlaması olacağından halsizlik bulantı ve dehidrasyon gözlenir. Düşük karbonhidrat içeren diyetlerin metabolik sonuçları; diyabet kalp hastalığı, dislipidemi ve hipertansiyonu olan bireylerde ağır seyrettiği, sağlıklı bireyde ise ketosize neden olup, kanda ürik asit düzeyini anlamlı yükselttiği görülmektedir.
Sonuç olarak; Kas, karbonhidratları harcayarak enerjiyi tüketir. Karbonhidratların düşmesiyle kaslarda yorgunluk, halsizlik oluşur. Kaslar karbonhidratları kullanamadığı için kaslarda zayıflama görülür. Beyin enerji yakıtı olarak karbonhidratları kullandığı için karbonhidratların gereğinden fazla kısıtlanmasıyla vücut dengesi bozulmaktadır. Protein artmasıyla lif alımı azalmaktadır. Buda beraberinde barsak problemlerini gözlenmektedir. Aşırı et tüketimiyle sebzelerden ve tahıllardan alınması gereken vitaminlerde yetersizlik görüldüğü için vitamin eksikliği gözlenebilir. Aşırı derecede hayvansal ürün tüketimiyle yağ, protein, fosfor, Avitaminde artış gözlenmektedir. Buda böbrek fonksiyonlarını tehdit etmektedir. Buda protein diyetinin en kötü etkisidir fazla protein tüketimi böbrekleri çok fazla yoruyor. Bu tür diyetlerle kilo vermek mümkün fakat böyle yaşamak imkansızdır. Bu tür diyetler kilo verdirebilir fakat hem ruhsal hem fiziksel yönden bu diyetlerin uygulanması doğru değildir.


SU TÜKETİMİ

Su tüketimi beslenmenizin bel kemiğidir yeterli miktarda sıvı tüketiminiz olmazsa istediğiniz kiloya ulaşmanız uzun sürecektir, yaratabileceği sağlık problemlerinden bahsetmiyorum bile…  İster diyette olun ister olmayın günlük hayatta kilonuz, yaşınız, boyunuz kaç olursa olsun mutlaka su tüketmeniz gerekiyor. Su tüketim alışkanlığı kazanmak için sabah kalktığınızda ve yemeklerden biraz önce 1 bardak su içerek başlayabilirsiniz veya hazırlayacağınız aromalı sularla su içmeyi sevmiyorsanız eğer su içiminizi daha kolay hale getirebilirsiniz örneğin elma, limon ve tarçını biraz suda bekletip gün içerisinde bu suyu içerseniz hem ekstradan mineral almış olacaksınız hemde yavaş yavaş su içme alışkanlığı kazanmış olacaksınız… Eğer spor yapıyorsanız o gün mutlaka suyunuzu normale göre daha fazla tüketmelisiniz vücudunuza yapabileceğiniz en büyük kötülüklerden biri onu susuz bırakmaktır o yüzden bu konuda özellikle dikkatli olmakta fayda var.


SPOR ÖNCESİ/SONRASI BESLENME

Kilo vermeye karar verdiniz bunu arttırmak ve sağlığınızı korumak için spora başladınız gayet güzel.. Sporunuzu yaptınız sonra dedinizki o kadar spor yaptım kalori yaktım bir şey yemiyim artık.. YANLIŞ. Spordan ortalama 1.5 2 saat öncesinde mutlaka enerjiniz sağlayacak şekilde beslenmeniz gerekiyor aksi halde spordan verim alamayacağınız büyük bir gerçek en güzelide karbonhidrattan zengin yağdan düşük olacak şekilde beslenmek tabi proteinide unutmamak lazım aynı zamanda spordan ortalama 40 dk-1 saat sonrasında eğer hafif bir şeyler yemezseniz hem uzun süren bir açlık hissi hemde fazlasıyla kas yorgunluğuna sebep olursunuz o nedenle vücutta boşalan glikojen depolarınız için mutlaka karbonhidratlı bir besin tüketmelisiniz içeceğiniz bir bardak süt ve yanında küçük bir meyve veya hazırlayacağınız bir sandviç  bunun için yeterli olacaktır..


LİGHT ÜRÜN SINIRSIZLIĞI

Light ürünler diyete başlayan pek çok kişinin yöneldiği ilk besin gruplarındandır. Fakat light demek sınırsız tüketebileceğiniz anlamına gelmez günlük tüketmeniz gereken kadar tüketmelisiniz. Light ürünlerinde kalorisi vardır ve siz fazlasını tükettiğinizde normal bir şekilde tüketmiş gibi etki gösterecektir. Light ürünleri yaşam boyu hayatınıza sokabilirsiniz fakat sadece diyet için kullanacaksanız kendinizi zorlamanızı tavsiye etmem yemekten zevk almak önemlidir yaptığınız şeyi kendinize eziyet haline getirmeyin kendinize bir alışma süresi tanıyın güvendiğiniz markaları tercih edip tatlarını deneyin ama hala damak tadınıza uymuyorsa kendinizi daha fazla zorlamayın.


MEYVE/ MEYVESUYU TÜKETİMİ

Meyvelerin şeker oranı yüksekmiş ben artık az meyve tüketmeliyim gibi bir düşünce kesinlikle yanlıştır. Meyveler şeker kaynağıdır ve kan şekerini yükseltebilir bu doğru fakat aynı zamanda pek çok vitamin ve mineralin kaynağı da meyvedir. Sağlıklı bir beslenme programında 3-4 porsiyon meyve tüketimi idealdir fakat dikkat edilmesi gereken nokta meyve porsiyonlarıdır. Yanlış porsiyonlama kilo artışına sebep olabilir.  Örneğin ben 4 porsiyon meyveden bahsettim fakat 4 porsiyon meyve demek gün içerisinde 4 portakal veya 4 büyük elma demek değildir büyük meyve tükettiğiniz zaman 2 porsiyon meyve tüketmişsiniz gibi düşünebilirsiniz küçük meyveler 1 porsiyondur. Örneğin kivi, mandalina, 12 adet çilek, 15 üzüm 1 porsiyon iken; 1 tane muz, greyfurt, portakal ve büyük boy elma 2 porsiyona denk gelmektedir. Meyve konusunda diğer önemli nokta ise meyve suyudur mümkün olduğunca meyvenin kendisini tüketmelisiniz böylece meyvenin posasından ve vitamininden daha etkin bir şekilde yararlanabilirsiniz fakata meyve suyu tükettiğiniz zaman ortalama 1 bardak meyve suyu için 3-4 porsiyon meyve kullanacağınız için hem bir anda fazla kalori almış olacaksınız hem bekleme süresinde vitaminler kaybolmaya başladığı için yetersiz vitamin almış olacaksınız hem de posasından yararlanamayacaksınız. Meyveleri ara öğünlerinizde porsiyonlamaya dikkat ederek hiç korkmadan tüketebilirsiniz.


TEK YÖNLÜ BESLENME

Yukarda da bahsettiğim gibi özellikle protein ağırlıklı beslenmek oldukça zararlı aynı şekilde sırf karbonhidrat ağırlıklı beslenmek veya tek bir besin grubuna yönelik beslenmek de yani fazla süt grubu tüketmek, fazla meyve tüketmek veya sırf sebze ağılıklı beslenmek bunların hepsi vücut dengesini bozacaktır. Vücudun ihtiyacı olan vitaminler, mineraller, karbonhidratlar ve yağlar tek bir besinde mevcut olmadığından mümkün olduğunca çok çeşit besinden faydalanmamız gerekiyor. O yüzden sağlıklı bir beslenme şekli bütün besin gruplarını içermelidir.


UZUN SÜRE AÇ KALMAK

Şimdi bir düşünelim savaşa girdiniz elinizdeki malzemeler gittikçe azalıyor hatta bitme noktasına gelmiş iyice köşeye sıkıştınız elinizde olanı dilediğiniz gibi harcayamadığınız içinde doğal olarak karşı tarafa karşı savunmasızsınız tam o sırada ihtiyacınız olan yardım geldi fakat biliyorsunuz ki aynı şekilde savunmasız kalabilirsiniz o yüzden ne yaparsınız? Elinizdeki malzemeyi olabildiğince depolar fazla kullanmamaya çalışırsınız ve gelen her malzemeyi aynı şekilde depolamaya başlarsınız.. İşte vücutta aynı bu şekilde çalışıyor vücudun çalışma sisteminde zaten elinde olanı gönderme isteği hiç yok birde üstüne siz uzun süre aç kalırsanız yediğiniz yiyecekleri depolamaya başlıyor vücutta var olanı ise çok az kullanıyor daha sonra ne mi oluyor; verdiğiniz kilonun 2 katını geri alıyorsunuz. Bunun için ne yapabilirsiniz? Öncelikle ara öğünlere dikkat etmelisiniz 3-4 saat aralıklarla beslenmelisiniz yatış ve kalkış saatinize, metabolizmanıza ve çalışma şeklinize göre 5-6 öğün beslenmelisiniz. Böylece vücudunuz sürekli çalışacak ve tükettiğiniz besinleri depolamak yerine vücut için kullanmaya başlayacaktır. Hem daha dinç hem daha sağlıklı bir vücuda sahip olacaksınız enerjinizde yerinde olacak. Bunun için kesinlikle aç kalarak zayıflamaya çalışmayın.

Gelen danışanlarımın bir çoğu “Ben bu kadarını bile yemiyorum ki” diyor eminim birçok meslektaşımda aynı tepkiyle karşılaşıyordur hatta birçoğu ben bunları yersem kilo alırım diye tepki veriyor ama sonuç tabii ki onların düşündüğü gibi olmuyor. Eğer sağlıklı bir şekilde ve en önemlisi kalıcı bir şekilde zayıflamak istiyorsanız ara öğünlerinize, dengeli beslenmeye ve su tüketimine dikkat etmelisiniz. Zararlı yiyecek/içeceklerden, kızartmalardan ve fazla tatlı tüketiminden de kaçınırsanız kilo vermemeniz için hiçbir sebep yok. Fakat her metabolizma aynı şekilde çalışmayabilir bazıları hızlı kilo verirken bazıları yavaş kilo verebilir ama burada eğer önemli olan kilo vermek, belirli bir kiloya ulaşmak ise asla hedefinizden şaşmayın sadece sabırlı olun bir süre sonra zaten diyetiniz yaşam tarzınız haline gelecek ve ömür boyu sağlıklı besleneceksiniz...


DENGELİ BESLENMEK YAŞAM TARZINIZ OLSUN…

2 Nisan 2015 Perşembe

4 SORUDA KORTİZON TEDAVİSİ



Kortizon Nedir?

Kortizon böbrek üstü bezlerinin kabuk kısmından salgılanan bir hormondur. Karbonhidrat, protein ve yağ metabolizmasına insüline zıt yönde etki eder. Kan şekeri sentezini ve proteinin yapıtaşlarına parçalanmasını arttırır. Sabaha karşı daha fazla salgılanır gün içerisinde insanı strese karşı hazırlamaya çalışır. Yaralanma, korku ve soğuk gibi stres durumları bu hormonun salgılanmasını arttırır. Karaciğerde glikoz sentezini arttırır, kaslarda protein yıkımını arttırır.

Kortizon Tedavisi Hangi Durumlarda Uygulanır?

-Romatizmal hastalıklar
-Kan hastalıkları
-Sinir sistemi hastalıkları
-Kalp ve damar hastalıkları
-Bağ dokusu hastalıkları
-Alerjik hastalıklar
-Tümör tedavileri
-Karaciğer hastalıkları
-Böbrek ve idrar yolu hastalıkları
-Hormonal hastalıklar
-Zehirlenmeler ve sıcak çarpmaları
-Göz hastalıkları
-Şoklar
-Astım belirtilerin ortadan kaldırılmasında
-Ciddi astım krizlerinde

 Kortizonun Yan Etkileri Nelerdir?

Tedaviye bağlı Cushing Sendromu: Omuzlar ve karında yağ toplanması, vücutta su ve tuz tutulumuna bağlı ödem ve tansiyon yükselmesi, kemik erimesi, kaslarda erime gibi problemler görülür.

Psikolojik bozukluklar: Depresyon görülebilir. Bu gibi durumlar anksiyete ile birlikte yemek yemeye fazla yönelmemize neden olabilir. Antidepresan kullanıyorsanız bu metabolizmanızın yavaşlamasına neden olacağından kilo almanız kolaylaşır.

Ülser oluşumu: Kortizon mide asit salgısını artırırken, koruyucu mukus tabakasını da bozar. Ayrıca yara etrafında yara dokusunu oluşturacak olan hücrelerin de aktivitelerini azalttığı için ülser oluşumuna neden olur.

Şeker hastalığı oluşumu: Kortizon kan şekerinin kullanılmasını sağlayan hormon olan insülinin etkilerine zıt etki ederek kan şekerini yükseltir. Yatkın kişilerde şeker hastalığı görülebilir. Gebelerde kortizon kullanımı gebelik şeker hastalığının ortaya çıkma riskini artırır.

Ödem ve yüksek tansiyon: Kortizon vücutta su ve tuz tutulumuna neden olur. Su ve tuz tutulması özellikle böbrek, kalp yetmezliği ve hipertansiyon hastalarında belirgin sorunlar yaratabilir.

Hastalıkların yanı sıra vücutta ödem ve yağ artışına sebep olmaktadır bu nedenle kilo artışı gözlenmektedir. Vücutta fazla tuz ve sıvı tutulmasına sebep olmaktadır. Özellikle kan şekerine yaptığı etkiden dolayı yağlanmayı oldukça arttırmaktadır.


Kortizon Kullanımında Nasıl Beslenilmeli? 
            
Kortizon vücutta fazlaca tuz tutulmasına sebep olduğu için düşük sodyumlu beslenilmeli yani tuz olabildiğince azaltılmalıdır. Kortizon aynı zamanda böbreklerde suyu ve tuzu tutarken potasyum atılmasına da sebep olmaktadır. Potasyum eksikliği ise bazı hormonların işlevinin azalmasına ve özellikle kasların kasılma işlevine olumsuz yönde etki etmektedir. Hem potasyum alımını arttırmak hem de vücuttaki ödem oluşumunu engelleyebilmek için mevsimine uygun taze sebze ve meyve tüketiminin arttırılması gerekiyor. Bunun yanı sıra tüm konserveler, midye, karides, havyar gibi deniz ürünleri, jambon gibi şarküteri ürünleri, domuz eti, sakatatlar, kereviz, rokfor, kaşar, otlu peynir vb. tuzlu peynirler, süt tozu, tuzlu veya peynirli krakerler, patlamış mısır ve türevleri, böreklik yufka, kahvaltılık tuzlu margarinler, salata sosları, kabartma tozu, hazır çorbalar, ketçap ve turşu sodyum içeriği çok yüksek besinlerdir. Bu besinleri kortizon kullanırken tüketmemeniz gerekiyor.

Vücutta ödemin yanında fazla yağ birikimi olduğundan da bahsetmiştim bu nedenle tatlı ve yağlı besinlerden, hazır yiyeceklerden de uzak durulması gerekiyor.

Uzun kortizon tedavilerinde kalsiyum eksikliğine bağlı kemik erimesi görülebilmektedir. Bu nedenle düzenli bir şekilde kemiklerdeki mineral oranının ölçümü yaptırılmalı eğer gerekliyse kalsiyum desteğine başlanmalıdır .Tedavi süresince kalsiyum açısından zengin beslenilmesi gerekmektedir. Kalsiyumdan zengin besinler; süt, yoğurt ve tuzsuz peynirler, sebzeler, soya ürünleri, kuru baklagiller, fındık, küçük balıklardır.

Kortizon kullananlarda, iştah açılması görülür. Bunun nedeni ise vücudumuzdaki şeker metabolizmasının bozulmasıdır. Böylece iştah tetiklenir, şişmanlığın önü açılır. Bu nedenle oldukça dikkatli davranılmalı ve gerektiğinde diyetisyen eşliğinde kişiye özel beslenme planı oluşturulmalıdır.